“Bütçe disiplinindeki bozulma, geleceğe ilişkin belirsizlikler ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütler…” Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşunun başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, ekonomiyle ilgili endişelerini bu sözlerle anlatıyor. Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın bir an önce sıkı biçimde uygulanması gerektiğini söylüyor. Yalçındağ, “Yılın ikinci çeyreğinde ekonomide başlayan toparlanma eğiminin devam ettirilmesinin kolay olmadığı görülmektedir” diye konuşuyor. Makroekonomik öngörülebilirlik ve kamu mali disiplinin tesis edilmesi durumunda Türkiye’nin düşük faiz ve düşük enflasyon oranlarının yarattığı fırsatlardan yararlanabileceğini düşünüyor.
TÜSİAD, 600 yaklaşan üyesiyle iş dünyasını temsil eden önemli sivil toplum kuruluşlarından biri. Bu nedenle açıklamaları, endişeleri, uyarıları hükümetler ve iş dünyası tarafından dikkatle izleniyor. İki dönemdir başkanlık görevini sürdüren Arzuhan Doğan Yalçındağ, açıklamalarıyla TÜSİAD üyelerinin görüşlerine tercümanlık yapıyor. Hem ekonominin gidişatını öğrenmek hem TÜSİAD üyelerinden gelen sinyalleri değerlendirmek hem de bu büyük kuruluşun üyelerini endişelendiren risk unsurlarının neler olduğunu anlamak için başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ ile bir araya geldik.
Yalçındağ, güven için ister IMF’le ister IMF’siz Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın bir an önce sıkı biçimde uygulanması gerektiğini söylüyor. Ona göre aksi halde krizden güçlü bir çıkış yapmak zor. Kamu bütçesindeki hızlı bozulmanın sürdürülebilirlik endişelerine yol açtığını söyleyen Yalçındağ, “Öyle ki bütçe performansının bu şekilde gitmesi durumunda, faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşmasını kayda değer bir ihtimal olarak görüyoruz. Bu da yıllar sonra yakalamış olduğumuz düşük reel faiz ortamını koruyamayacağımız anlamına gelmektedir” diye endişelerini dile getiriyor. Ayrıca Merkez Bankası’nın uyguladığı gevşek para politikasının, sıkı bir maliye politikası ve çeşitli yapısal reformlarla desteklenmemesi durumunda enflasyonun da bir risk olarak ortaya çıkacağını düşünüyor. “Merkez Bankası, enflasyonda yükselmeye riskinin ortaya çıkması durumunda faizleri artırma yoluna gidecektir. Bu da kısa dönemde TL’nin değerlenmesi ve küresel krizin etkilerinin azalması, sonrasında ihracat olanaklarının azalması ve cari açık probleminin tekrar ortaya çıkması gibi sonuçlar doğurabilecektir” diye konuşuyor.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, kendilerini tedirgin eden unsurları, risk faktörü olarak değerlendirdikleri konuları ve ekonomiye bakışını Capital’e değerlendirdi. Yalçındağ’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
*Türkiye’de iki cephe var: Cephelerden biri, IMF ile anlaşmanın yapılması gerektiğini savunuyor. Diğeri ise Türkiye’nin IMF’e ihtiyacı olmadığını söylüyor. Türkiye’nin IMF’e ihtiyacı var mı? Neden Türkiye’nin IMF ile anlaşmaya ihtiyacı var?
Türkiye ekonomisi, 2002-2006 döneminde yıllık ortalama yüzde 7,2 oranında büyüyerek refah düzeyini artırabildi. Küresel çaptaki olumlu hava dışında bu başarının en temel nedeni, güvenilir ve gerçekçi ekonomik programın varlığı ve uygulanmasıydı. Bu programın, AB üyelik süreci çerçevesinde ve IMF ile birlikte yürütülmesi, programa ayrı bir güven unsuru katıyordu. Özel sektör yatırımlarının, aynı dönemde yıllık ortalama yüzde 20’nin üzerinde büyümesi ise bu programa olan güvenin bir yansımasıydı.
Bu programın süresi dolarken yeni ekonomik paketin hazırlanmaması, özel sektör yatırımlarını olumsuz etkiledi. 2007 yılında yüzde 5,3’e gerileyen özel sektör yatırımlarının büyümesi, 2008 yılında küresel krizin etkisiyle de yüzde 7,3 oranında azaldı. Genel olarak da 2009’un ilk çeyreğinde yaşanan yüzde 13,8 oranındaki daralma, sadece küresel krizle açıklanamaz. Bu çapta küçülmenin arkasındaki önemli nedenlerden birisi ise hükümetin ekonomik programı zamanında açıklamaması olmuştur. Bu nedenle IMF anlaşması yapılsın yapılmasın, Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın sıkı biçimde gerekiyor. İster IMF’le ister IMF’siz uygulanacak olan ekonomik programın, Türk özel sektör, dernek ve kuruluşlarının onayını kazanması programa güveni sağlayabilir. Aksi halde krizden çıkışın güçlü olmayacağı açıktır.
*Bazıları güven için bile IMF ile anlaşılması gerektiğini düşünüyor. Mesele sadece kredibilite meselesi midir?
IMF anlaşmasını tek başına kredibilite meselesine indirgemek de doğru değildir. Unutmayalım ki küresel krizle birlikte uluslararası piyasalarda halen devam eden çok ciddi bir likidite sorunu yaşanıyor. IMF anlaşmasının içereceği ucuz finansman imkanı da böyle bir ortamda çok önemlidir. IMF anlaşması, böyle bir ortamda kontrollü bir daralmayı sağlayabilecek bir araç…
Bugünden geçmişe bakarak, dış finansmanda sorun yaşanmamış olmasından yola çıkarak Türkiye’nin, IMF’ye finansman açısından ihtiyacının olmadığı biçiminde yorumlanması da doğru değildir. Çünkü bu dönemde, finansman sorununu hafifleten, ülkeye girmiş olan ve kaynağı belli olmayan 16 milyar dolar civarındaki paradır. Bu giriş, doğal olarak öngörülememiş ve finansman ihtiyacı için de IMF anlaşmasına ihtiyaç duyulmuştur.
*2009’un ilk yarısını Türkiye olarak nasıl geçirdik? Piyasalardan, üyelerinizden nasıl bilgiler ve sinyaller geliyor?
2009 yılının ilk çeyreğinde, ekonominin yüzde 13,8 gibi ekonominin temellerinin gerektirdiğinden daha şiddetli daralmış olmasının nedeni, geleceğe ışık tutan, güvenilir ve bütüncül bir program çerçevesinin ortaya konulamamış olmasıdır. Özel sektör, daralan iç ve dış talep karşısında üretimi keserek stok eritme yoluna gitmiştir. Mart ayında getirilen KDV ve ÖTV indirimleri, iç talebi canlandırmakta etkili olmuş ve stoklar mevsim normallerinin altına inmiştir. Stoklardaki bu erimenin bir miktar üretim getirmesi normaldir. Ancak indirimlerle öne çekilmiş olan talep, indirimler bittikten sonra artmaya devam etmeyebilir. Bu durumda üretimde görülen kıpırdanma devam etmez ve stoklar normal seviyesine ulaştıktan sonra üretim yeniden yavaşlayabilir.
Ekonomi politikasında çerçeve eksikliğinin giderilememesi de büyümeye geçişi yavaşlatacaktır. Nitekim son birkaç aydır beklentilerdeki iyileşme sürecinde aksama ortaya çıkmaktadır. Merkez Bankası Reel Sektör Güven Endeks anketlerine göre aralık ayında dibi gören endeks, 5 ay boyunca istikrarlı bir şekilde artarak temmuz ayında 100 seviyesini aştıktan sonra ağustos ayında 98,5’e gerilemiştir.
Şubat ayı ardından yükselişe geçen kapasite kullanım oranı da haziran ayında yüzde 72,7 düzeyine ulaşmış, ancak temmuz ayında 0,4 puan gerileyerek 72,3’e inmiştir. TÜİK tarafından yeni yayınlanmaya başlanan, mevsimsellikten ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, 2008 Nisan ayından itibaren önceki aya göre istikrarlı bir şekilde azaldıktan sonra nisan ve mayıs aylarında artış göstermiş, ancak bu eğilim devamlı olamamış ve endeks haziran ayında yeniden azalmıştır.
Üyelerimiz arasında yaptığımız çalışmalar da benzeri bir sonuç vermektedir. Yılın ikinci çeyreğinde ekonomide başlayan toparlanma eğiminin devam ettirilmesinin kolay olmadığı görülmektedir.
*Gelen sinyaller arasında sizi en umutlandıran göstergeler hangileri?
Dünya ekonomisine ilişkin göstergeler, küresel bir çöküşün önlendiğine işaret etmektedir. Dünya ekonomilerinden gelen piyasa, üretim, ticaret, istihdam, reel kesim ve tüketici güven endeksleri genel bir iyileşmeye işaret etmektedir. Beklentilerden daha olumlu gelen veriler, toparlanmanın düşünülenden daha iyi olabileceği biçiminde algılanmaktadır. Asya ülkelerinde, ekonomiyi uyarıcı önlemler sayesinde hızlı bir toparlanma görülmektedir. Çin’de büyüme hızı, ilk çeyrekteki yüzde 6,1’in ardından ikinci çeyrekte yüzde 8’e yükselmiştir. Bu büyüme, Asya bölgesindeki diğer ülke ekonomileri üzerinde de olumlu etkiler yaratmaktadır. Faiz oranlarının tek haneli seviyelere inmiş olması ve enflasyonun da yüzde 5,4’e gerilemiş olması, son derece sevindiricidir. Makroekonomik öngörülebilirlik ve kamu mali disiplinin tesis edilmesi durumunda, Türkiye düşük faiz ve düşük enflasyon oranlarının yarattığı fırsatlardan yararlanabilir.
*İş dünyasının iyimser olduğunu, aynı zamanda çok da çabuk tedirgin olduğunu söylemiştiniz. Bugün Türkiye ekonomisine baktığımızda, iş dünyasını en çok tedirgin eden unsurlar nelerdir?
Öncelikli olarak kamu bütçesindeki hızlı bozulma, sürdürülebilirlik endişelerine yol açmaktadır. Öyle ki bütçe performansının bu şekilde gitmesi durumunda, faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşmasını kayda değer bir ihtimal olarak görüyoruz. Bu da yıllar sonra yakalamış olduğumuz düşük reel faiz ortamını koruyamayacağımız anlamına gelmektedir.
Temmuz ayında hükümetin almış olduğu gelir artırıcı kararlar, bozulan bütçe dengelerinin ileride toparlanması konusundaki iradesinin bir göstergesi olarak algılanabilir. Bununla birlikte, bütçe disiplininin korunması için en doğru yöntemin gelir artırıcı önlemler olduğu konusunda tereddütlerimiz var. Piyasaların mayıs ayından beri beklemekte olduğu Orta Vadeli Mali Çerçeve’nin ve Orta Vadeli Program’ın uzun süre açıklanmamış olması, izlenmekte olan maliye politikasını, piyasa oyuncuları açısından tam bir bilinmezliğe sokmaktadır. Bu bilinmezlik, daha önce KDV ve ÖTV oranları indirilerek maliye politikası gevşetilirken de geçerlidir, sonra artırılıp maliye politikası sıkılaştırılırken de... Ne mart-nisan aylarında teşvik tedbirleri getirilirken bu önlemlerin bütçe üzerindeki yükü ve sonradan bu durumun nasıl telafi edileceğini biliyorduk ne de şimdi yapılan zamların başka ilave önlemlerle desteklenip desteklenmeyeceğini ve bütçe açığının gelecek yıllarda nasıl toparlanacağını biliyoruz. Bu da maliye politikasının ekonomiyi canlandırmak ve mali disiplini korumak yönünde verdiği sinyallerin gücünü azaltmaktadır. Açıklanmış olan Orta Vadeli Program, geleceğe ilişkin belirsizlikleri azaltmış olsa da, bütçe disiplinindeki bozulmanın kontrol altına alınması ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütleri tam olarak giderememiştir.
Bütçe disiplinindeki bozulma, geleceğe ilişkin belirsizlikler ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütler, para politikasının önemini artırmaktadır. Bozulan bütçe dengelerinin iç borçlanmayla finanse edilecek olması, Merkez Bankası’nın son enflasyon raporunda açıklamış olduğu gelecek üç yıllık dönem için tek haneli faiz oranları hedefini riske sokmaktadır.
*Siz bugün için Türkiye’nin önündeki en büyük risk olarak neyi görüyorsunuz?
Önümüzdeki dönemde Merkez Bankası’nın uyguladığı gevşek para politikasının, sıkı bir maliye politikası ve çeşitli yapısal reformlarla desteklenmemesi durumunda ortaya çıkacak bir başka risk alanı da enflasyonun tekrar yükselişe geçmesidir. Enflasyonla mücadelede tarihi bir eşiği geçen Türkiye’nin, enflasyonun yeniden yükselmesine müsaade etmemesi gerekmektedir. Merkez Bankası, enflasyonda yükselmeye riskinin ortaya çıkması durumunda faizleri artırma yoluna gidecektir. Bu da kısa dönemde TL’nin değerlenmesi ve küresel krizin etkilerinin azalması sonrasında ihracat olanaklarının azalması ve cari açık probleminin tekrar ortaya çıkması gibi sonuçlar doğurabilecektir.
Maliye politikasının ekonominin öngörülebilirliği açısından taşıdığı önemi, belki de en iyi bilen ülke Türkiye’dir. 2001 krizi sonrasında bütçe disiplini ve iç borçları sistematik olarak azaltan program sayesinde elde edilmiş bir istikrar ve bu istikrarın getirdiği yüksek büyüme hızları varken şimdi göz göre göre tüm bu kazanımların ortadan kalkmasına seyirci kalınmaması gerekir. Bu nedenle harcama disiplinin korunarak, bütçe açıklarının kontrolsüz artışının önüne geçilmelidir.
“Ülkeler Arası Rekabet Yoğunlaşacak”
*Türkiye ekonomisinin üretimden uzaklaşarak, ithalatla büyüme, sıcak para ve borç öteleme üçlüsüyle pembe bir mutluluk tablosu çizdiğini düşünenler de var. Gerçekten Türkiye, üretimden sanayiden uzaklaşıyor mu? Böyle bir sanal mutluluktan bahsetmek mümkün mü?
Kriz sonrasında küresel ekonominin, önceki döneme kıyasla önemli farklılıklar göstermesi beklenmektedir. Özellikle bu krizle birlikte keskin şekilde azalan dış finansmanın, önümüzdeki dönemde kriz öncesi seviyelere dönmesi beklenmemektedir. Kriz sonrasında dünya rekabetinin çok daha keskinleşmesi öngörülmektedir. Özellikle dış talebin daraldığı bir ortamda, ülkeler arasında rekabet yarışı çok yoğunlaşacaktır. Bu yarışta, Türkiye’nin eskiden olduğu gibi Asya’dan ithal ettiği ürünlere son derece sınırlı bir katma değer ilavesiyle Avrupa’ya ihraç etmesine dayalı modelin devam etmesini beklememiz mümkün değil. Türkiye’nin kriz sonrası dünya düzenine hazır hale gelebilmesi için ciddi bir reform atılımına ihtiyacı bulunmaktadır.
Hangi Kalemin Hızlı Artması Şüphe Uyandırıyor?
İç Tasarruf
Küresel ekonominin geleceğinde, geçmişte olduğu gibi sıcak parayla finanse edilen büyüme hızlarının olmayacağını düşünüyorum. Bu nedenle Türkiye, kendi iç tasarruflarına önem vermek durumunda olacaktır. Kısa vadede ulaşılması zor olan iç tasarruf artışlarını, uzun vadede sağlayacak reformları şimdiden tasarlamakta ve uygulamaya başlamakta fayda vardır. Değişen dünya gerçeklerini dikkate alarak ciddiyetle hazırlanmış kapsamlı bir program, kriz sonrası dünyasına Türkiye’yi hazırlayacaktır. Böyle bir program, piyasalara güven vererek krizi daha kısa sürede atlatmamıza da imkan sağlayacaktır.
Bilinmeyen Para
Dış finansman ve yabancı yatırımlar açısından sorunlu gördüğümüz bir başka alan da kaynağı bir türlü ikna edici bir biçimde açıklanamayan net hata ve noksan kalemidir. 2008 Ağustos’undan 2009 Haziran ayına kadar olan dönemde, kümülatif net hata ve noksan kalemi, 16 milyar dolar gibi yüksek bir miktarda ülkeye kaynağı açıklanamayan bir sermaye girişi olduğunu göstermektedir. Kriz sürecinde bu kalemin hızla artması, kayıt dışılık ve kara para aklama faaliyetleri gibi şüpheleri doğurmaktadır.
Yabancı Anlamaz
Bu miktarda para girişinin kaynağının belli olmaması, ekonomide vergi idaresinin ve bankacılık sisteminin devre dışı bırakıldığı yorumlarına yol açmaktadır. Ama her halükarda bu rakamın sürdürülebilirliğinin olmadığı aşikardır. Özellikle yabancı yatırımcılarla görüşmelerde sorunlara neden olan açıklanamayan para girişleri, dış finansmanın zorlaştığı dönemde önem kazanmaktadır. Net hata ve noksan kaleminin bileşenlerinin kamuoyuyla bir an önce paylaşılması, şeffaflık konusunda soruları giderilmesinde ve yatırımcılar nezdinde güvenin tesis edilmesinde yardımcı olacaktır.
2010 Nasıl Geçecek?
Güveni Sarsıyor
Yeni ve güvenilir bir ekonomik politika, içinde bulunduğumuz krizden en az zararla çıkmamızın hala en temel belirleyicisidir. Orta Vadeli Program’ın ancak eylül ortasında açıklanmış olması belirsizliğin uzun sürmesine yol açmış ve ekonomideki güveni önemli ölçüde sarsmıştır. Kapsamlı ekonomik politika eksikliği, düzelmekte olan beklentilerin son birkaç aydır bozulmaya başlamasına yol açmıştır. Bu da 2010’a ilişkin büyüme perspektiflerini olumsuz etkilemektedir.
Sıkıntının Unsurları
KDV ve ÖTV indirimleri yoluyla elde edilmiş olan iç talepteki canlanmanın, teşvikler bittikten sonra nasıl devam edeceği bilinmemektedir. İşsizliğin boyutu, ücretler üzerinde oluşmuş olan baskı, iç talepte kuvvetli bir canlanmayı önleyecektir. Reel faizlerin çok düşük olması, bir fırsat yaratmakla birlikte bu fırsatın kullanılması için kredi mekanizmalarının harekete geçmesi gerekmektedir. Halen tüketici ve ticari krediler, kriz öncesi seviyelere oranla zayıf seyirlerini sürdürmektedirler.
Geçmişe Dönülemeyecek
Orta Vadeli Program, 2012 yılından önce geçmişin yüksek büyüme hızlarına dönülemeyeceğini göstermektedir. Enflasyon konusunda bir sorun bulunmamakla birlikte kur ve faiz oranlarında meydana gelebilecek hareketler, bir istikrarsızlık kaynağı olabilecektir. Bu gibi temel parametrelerin daha rahat öngörülebilir olması, kamu açıklarının finansman yönteminin öngörülebilir olmasına bağlıdır.
Neler Yapılmalı?
Bütçe gelirleri ve harcamalarının gerçekçi 2009, 2010 ve 2011 büyüme rakamlarına dayandırılması, 2009’un ilk 2 ayında dolan yıllık bütçe açığının revize edilmesi, kriz süresince oluşacak bütçe açığının önümüzdeki senelere yayılacak şekilde şeffaf finansman kaynaklarının belirtilmesi, kriz önlem paketlerinin kısa vadeli olmak yerine uzun dönemli olmasının sağlanması gerekmektedir. Özellikle kriz süresince sürpriz vergi indirimi ve teşvikleri yerine uzun dönemi kapsayacak şekilde tahmin edilebilir bir önlem paketi, belirsizlikleri azaltmak açısından önem taşımaktadır.
Finansman Darlığı
Uzun vadeli perspektifte ise yeni ekonomik program, değişen dünya gerçeklerini dikkate alarak cari açığa çözüm getirecek şekilde hazırlanmalıdır. Bu krizle birlikte keskin şekilde azalan dış finansmanın bundan sonraki dönemlerde çok kısıtlı olacağı artık bir gerçektir. Kısa vadede ulaşılması zor olan tasarruf artışlarını uzun vadede sağlayacak reformları, şimdiden programa koymakta ve uygulanmasına başlamakta fayda vardır.
Erdoğan: 2001 krizi Türkiye'nin kötü yönetilmesinin bu kriz dünyanın kötü yönetilmesinin bir sonucu.' 2001'de ithal projeler vardı. Biz krizi kendimiz yönetiyoruz. Yine söylüyorum teğet geçiyor, teğet...' dedi
ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ekonomik krizin sembolü haline gelen cümlesi ‘kriz teğet geçiyor’u dün TBMM’de, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Tasarısı’nın tümü üzerindeki eleştirileri yanıtlarken yine söyledi.
Erdoğan, “2001 krizi Türkiye’nin böyle kötü yönetilmesinin bir sonucuydu, 2009’da yaşadığımız mali kriz ise dünyanın kötü yönetilmesinin bir sonucudur.” 2001 krizinde ithal projelerle ülkenin kurtarılmaya çalışıldığını ifade eden Erdoğan, “Biz ise kendimiz yönetiyoruz ve yine söylüyorum teğet geçiyor, teğet...” dedi.
IMF’ye evet demiyoruz
Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: “2001’de IMF’nin politikalarıyla Türkiye’yi krizden çıkarmaya çalıştınız. Kendi milli politikanızı uygulamadınız. Çünkü, yoktu. Milletimizin hassasiyetlerini koruyamadınız. İki yıldır biz, IMF ile bu noktada evet demedik. Ve 23.5 milyar dolar borçla devraldık IMF’den ödedik, ödedik, şu anda 8.5 milyar dolar borcumuz var. Biz masaya adam gibi otururuz, adam... Muhalefet borçlandı biz ödedik.”
İşsizlik maalesef yüzde 13.8
Başbakan Erdoğan, bugün tüm dünyanın, tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birini, yaşadığını ve yaşamaya devam ettiğini söyledi. Dünya ticaret hacminin, bu yıl yüzde 11.9 oranında küçüleceğinin tahmin edildiğini kaydeden Erdoğan, krizle birlikte sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada işsizlikte bir artış yaşandığını bildirdi. Erdoğan, “ABD’yi, Japonya’yı, İspanya’yı, İtalya’yı, Almanya’yı hepsini görün.
Doğru, bizde de bir artış var, biz geldiğimizde işsizlik 10.7 idi. Şu anda da maalesef 13.7-13.8. Onların anlattığı gibi çok büyük bir konumda değiliz. Açarsınız kitapçığı, orada detaylı rakamlar var. Büyüme oranına ve işsizliğe baktığınız zaman ABD’de de bu oranın çok daha fazla arttığını ve patladığını görürsünüz” dedi.
Özyürek’e ‘sen bilirsin’ dedi
CHP sıralarından laf atılması üzerine Erdoğan, “Aç bak, bizim dağıttığımıza bak” dedi. OECD ülkeleri arasındaki ortalama işsizlik artış oranının yüzde 39, Türkiye’de ise yüzde 36 olduğunu belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünyada şu anda, 1.2 milyar kişinin günlük harcamasının 1.25 doların altında olduğunu söyledi. Erdoğan, “Bu rakam, dikkat ediniz, dünya nüfusunun yüzde 21.3” dedi. Erdoğan, Türkiye’nin yoksullukla mücadelede de başarılı bir grafik izlediğini belirterek, 2002’de günlük harcaması 2.15 doların altında olanların oranı yüzde 3 iken, 2008’de bu oranın binde 5’e kadar düştüğünü kaydetti. Erdoğan, kendisine laf atan CHP İstanbul Milletvekili ve Sözcüsü Mustafa Özyürek’e, “Mustafa bey, sen bunları bilirsin aslında. Biliyorsun da bunları söylemiyorsun, bunlara şöyle bir bak. Biz göreve geldiğimiz zaman, Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya borç oranı neydi, şimdi ne? Buna bir bakarsan o zaman gerçeği görürsün, şu anda da iyi bir konumdayız” yanıtını verdi. Erdoğan özetle şunları söyledi:
Türkiye yıldızı parlayan bölgesel bir güç: Türkiye, içine kapanan, kendi sorunlarıyla bile baş edemeyen bir konumundan kurtularak yıldızı parlayan bir bölgesel güç oldu. Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza atıyor, rekorlar kırıyor, küresel ve bölgesel roller üstleniyor, takdirle adından bahsedilen bir ülke konumuna geliyor. Biz burada bütün değerlendirmeleri yaparken, ebediyete intikal etmiş büyüklerimizin gerçekleştirdiği rakamlardan öte onları hedef olarak alalım ama biz kendimiz yaşıyoruz. Bu hayatı yaşayanlar olarak bu hesabı biz vereceğiz, biz... Biz ne yaptık? Siz ne yaptınız Sayın Baykal, siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? Bunu söyleyin...
TL cinsi iskontolu borçlanma faizine bak: Biz geldiğimizde, 2002 yılının sonunda, TL cinsi iskontolu borçlanma senedi için, lütfen dikkat ediniz, tam yüzde 62.7 oranında faiz ödeniyordu. Reel olarak Türkiye’nin ödediği faiz, 200’de yüzde 28 seviyesindeydi. Bu ülkenin varlıklarının, bu ülkenin gelirlerinin, kaynaklarının, enerjisinin, kazançlarının yüzde 62.7’si, evet, ürettiğimiz her yüz liralık değerin 62.7 lirası faiz olarak uçup gidiyordu. İktidarda kim vardı? MHP-DSP-ANAP... İşverenlerin, sanayicilerin, esnafın, çiftçi kardeşimin, işçi, memur kardeşimin kazancı, alınteri, emeği, ekmeği, sofrasındaki yemeği, faiz olarak borç verenlere aktarılıyordu. 7 yılda bu oranı kademe kademe düşürdük ve bu yıl içinde, küresel kriz ortamına rağmen yüzde 7 gibi rekor bir seviyeye kadar çektik. En son, cuma günü itibarıyla söylüyorum, bu faiz oranı son işlemde yüzde 9.12 olarak gerçekleşti. Reel faizler ise yüzde 2.5’e kadar geriledi.
Bu para kurda kuşa değil milletime kalıyor: Enflsayonu yüzde 30’la devraldık, şu anda enflasyon yüzde 5.5. Aradaki fark ortada. Uzaydan birileri kulağıma söylemiyor, işte resmi rakam. Yüzde 30’la aldık, şu anda 5.5. Sizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dönemlerine bakın, üç haneli rakamı bile bu ülke enflasyonda gördü, üç haneli... Reel faizi de aynı dönemde 25.3 puan indirdik. Şimdi bu para benim kimin cebinde kalıyor? Benim milletimin cebinde kalıyor. Şimdi artık bu para, kurda kuşa değil, benim milletimin sofrasına gidiyor. Bu aradaki fark, benim ülkemin kalkınmasına, ilerlemesine, büyümesine harcanıyor.
Risk alamayan ülkeler ekonomide geri kalır: Çatışmalarla, terörle, gerilimle, umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her alanda olduğu gibi ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya mahkumdur.
Risk primi düştü: 2002 yılında Türkiye’nin risk primi yüzde 7 iken, bugün risk primimiz yüzde 2’ye indi. Tek başına şu faiz oranındaki, risk primindeki düşüş bile, Türkiye’nin sadece ekonomide değil, diplomaside, demokratikleşmede ulaştığı noktanın; elde ettiği saygınlığın, itibarın, ağırlığın en somut, en bariz göstergesidir.
Klavuzunuzu iyi seçin yoksa batarsınız: Krizde ABD’de 158 banka battı. Türkiye’de tek bir banka batmadı. Çünkü güçlü bankacılığı bu ikitdar oluşturdu. (Radikal)
‘Milliyetçi, milleti soyanlara nasıl seyirci kalır’
Erdoğan, 9 bankanın 20 Şubat 2001’de Merkez Bankası’ndan mesai saatinin bitiminden sonra 4 milyar 163 milyon dolar alım yaptığını hatırlatarak, “Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle, hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki bu nedir?” diye sordu. Erdoğan, 20 Şubat 2001 günü iktidarda MHP-DSP-ANAP koalisyonunun bulunduğunu hatırlatarak, şunları söyledi: “Adeta Merkez Bankası’na bir enjektör dayandı ve bu milletin kaynakları, kazançları, alın teri maalesef çekildi. O zaman tabii Sayın Bahçeli, Başbakan Yardımcısı idi, Hükümeti oluşturan koalisyonun ortağıydı. Hesap sordunuz mu, gereğini yaptınız mı? Sonuç; o zamanın banka başındaki Rahşan affına girdi. Teftiş kurulları da ne yazık ki bununla ilgili ’uygulamalar yasalara uygundur’ dedi ve bunlar geçiştirildi. Ben o günün neticesini veriyorum sizlere. ’Kazanca el konulabilirdi’ ifadesi... Buyurun herşey ortada. Belgeleriyle vs. ortada. Türkiye’ye bu reva mıydı? Bu aziz millete bu reva mıydı? Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle, hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki bu nedir? Milliyetçiyim diyerek ortalıkta dolaşanlara sesleniyorum: Milliyetçiydiniz de, bu ülkenin böyle göz göre göre soyulmasına neden seyirci kaldınız, neden sesinizi çıkarmadınız, akşam karanlığında Merkez Bankası soyulurken, milli bankamız soyulurken, milletimin bütün imkanları soyulurken, milliyetçiliğinizi o gün neden hatırlamadınız? Milliyetçiyim diye diye bu millete bu ağır bedeli ne hakla, hangi vicdanla,hangi insafla ödettiniz?
Baykal: Rakam cambazlığı işe yaramaz, büyüme rakamına bak
Baykal: Cumhuriyetin en kötü büyüme ortalaması.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP iktidarının yürüttüğü ekonomi politikaları ile geçmiş dönemleri kürsüden gösterdiği grafiklerle eleştirdi. Baykal şöyle dedi:
Rakamların söyledikleri: Türkiye’nin 2009’da yüzde 4 kalkınma olacağı belirtilmişti. Şimdi gelinen noktada 2009 sonunda yüzde 6 daralacağını hükümet de kabul ediyor. 10 puanlık bir daralma. 2009 bütçe açığı 10.4 milyar lira olarak öngörülmüştü. Açık şimdi 62.8 milyar açık öngörülüyor. 2009 yılında faiz dışı fazla değil faiz dışı açık verilmiştir. Faiz dışı fazla 47.1 milyar lira idi eksi 7.3 olmuştur.
Ekonomi büyüyorsa işler iyidir: 7 yılı aşan bir AKP iktidarında ekonomi ne oldu? Bir ekonominin ölçülmesinde bir sürü kriter vardır ama temel kriter büyümedir. Ekonomi büyüyorsa iyidir. Türkiye 2002’de gelişmekte olan 149 ülke içinde büyüme performansı açısından 149 ülke içinde 29’uncu hızlı büyüyen ülke. 2007 de 100’üncü ülke oldu. 2007-2008 de ise 136’ncı oldu. Bunlar gerçek. AKP döneminin ortalaması büyüme hızı Cumhuriyet dönemi ortalamasının altındadır. Bu iktidar Menderes-Bayar-Özal hükümetlerinin, tamamından daha fazla borcu 7 yıl içinde kullandı.
Rakam cambazlığı örtmez: AKP iktidarı döneminde sanayi tahrip edilmiş. ‘Kriz teğet geçecek’ anlayışı ile yürütülen politikalar büyük tahribat yarattı. Türkiye krizden en ağır etkilenen ülkeler arasında yer aldı. Bu gerçekler hiçbir rakam cambazlığı ile örtülemeyecek gerçeklerdir.
Demokrasi açısından utanç: İktidar, hunharca vergi uygulamasına yöneldi. 3 milyar doların üzerinde vergi tatbik ederek muhalif medya kuruluşlarını esir almaya yöneldi. Bunlar sadece vergi bakımından değil demokrasi bakımından da utanç vericidir.
‘2009 kaygıların derinleştiği bir yıl oldu, 2010 heba edilen yıl olacak’
Bahçeli: Daha huzurlu bir Türkiye müjdesi yok.
ANKARA - MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi üzerine yaptığı konuşmada, AKP’nin 7 yıllık icraatlarını eleştirirken, “2009 gelecek için kaygılarımızın derinleştiği kayıp bir yıl oldu. 2010 yılının da heba edilen bir yıl olacağı anlaşılmaktadır.
Bu bütçe hesap bilmezliğin değilse milleti aldatma anlayışının bir ürünüdür. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan 2010 bütçesinde umut da yok, vizyon da yok. Daha mutlu, daha müreffeh, daha huzurlu bir Türkiye’nin de müjdesi yok” diye konuştu.
‘2010 daha zor olacak’
Bahçeli şöyle devam etti: “Türkiye’miz için siyasi ve ekonomik krizler, belirsizlikler, çalkantılar ve gerginliklerle geçen, gelecek için kaygılarımızın derinleştiği kayıp bir yıl olan 2009’dan sonra 2010 yılının da heba edilen bir yıl olacağı anlaşılmaktadır. Bütün veriler 2010 yılının, içinde bulunduğumuz 2009 yılından daha zor olacağını göstermektedir. Öngörülen gelirler toplanamayacak, giderler ise hedeflerin üzerine çıkacaktır.”
Gerçekten uzak bütçe
Devlet Bahçeli bütçeye de değindi: “Bu bütçe hesap bilmezliğin değilse milleti aldatma anlayışının bir ürünüdür. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan 2010 bütçesinde; İşçiye, memura, çiftçiye, emekliye, esnafa, işsize, yoksula, dar ve sabit gelirlilere bir umut yoktur. Müteşebbise, sanayiciye umut yoktur. Yatırıma, üretime ve istihdama bir umut yoktur. Eğitime, sağlığa, huzura ve kardeşliğe umut yoktur. Bütçenin, ülkemizin ve milletimizin geleceğini şekillendirecek tercihleri ve öncelikleri dikkate alan ve ortaya koyan bir vizyonu da yoktur. Daha mutlu, daha müreffeh, daha huzurlu bir Türkiye’nin de müjdesi yoktur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder