Aynadaki Fahişe - Gece Kuşları
20 Ocak 2009 Salı 08:19
Görebildiklerin bunlardan ibaret.
Gözlerine sürdüğün simler akalı dakikalar oluyor ama hala
daha güzel gözüktüğünü düşünüyorsun , ne kadar safiyane . Garipseme
dediklerimi , sen busun.Kendini hep daha yukarda hissettin
hayatın boyunca , insanlar senin etrafında pervaneydi , sen
hep değerliydin , herkes seni önemserdi.Böyle bildin insanları ,
sevgilileri , aşıkları .
Dedim ya , görebildiklerin bunlardan ibaret.
Gözlerin mi doldu ? Yapma lütfen , sen duyularını yitireli o
kadar yıl oldu ki o gözlerinde birikenlerin gözyaşı olması imkansız.
Sadece biraz tuzlu su .Ne kadar sahtesin .Canın mı acıyor ? Gittikçe
daha komik gözüküyorsun , nasıl hissedebilirsin ki can acısını.
Etten kemikten bedeninde bir parça sızı yokken acı çektiğini düşünebilir
misin ?Kalbinde mi acı ? Güldürme beni , kalbin rutin
işlerini yapıyor yalnızca .
Görebildiklerin senden ibaret.
Yolunu şaşırmış bir fahişesin sadece. Girmen gerekenlerin koynundan
kaçıp , yasak bir elmayı yemeye çalışıyorsun . Isırdığın yerden kan
akıyor . Ölmüyor mu o da senin çok eskiden öldüğün gibi ? Neden
rahat bırakmıyorsun , bırak ki senin gibi taşlaşmasın . Kurumasın .
Görebildiklerin soğuk yüzlerden ibaret.
Göremeyeceğim bir yere git . İnsancıl gözüken kılıfın yırtılıyor ,
taşıyamıyor seni artık .Dudaklarındaki o yayvan sırıtış dışarı
çıkmadan görülemeyeceğin bir yere git.Bulaştığın nefret etrafını
sarmadan , içine gömdüğün grotesk roman kahramanların etrafta
korku salarak dolaşmadan kaç buradan . Git . Git ki ben,
sen olmayayım.
Görebildiklerin imgelerden ibaret.
Sevildiğini sanıyorsun hala , sevmenin ne olduğunu bile
bildiğin yok oysa.Bilmediğin şeyleri duyumsar mısın sen ?Sevgi koklanır
mı ? Yediğinde ağzında nasıl bir tat bırakır , ekşi mi tatlı mı? Belki de
acı .Sevgiyi görebilir misin , şekli var mı ? Yuvarlak mı , kenarları
sivri mi? Dokunabilir misin ona ? Dokunduğunda tenin yanar mı acı acı ,
yoksa bir yastık kadar yumuşak mı ? Duyabilir misin sevgiyi ? Aşk şiirleri,
güzel sözler mi kulaklarına sevgi diye çarpan ? Yoksa ısırdığın o
elmadan gelen acı ufak inilti mi ?
Görebildiklerin bizden ibaret.
Sil gözünden akmış boyaları . Dudakların kurumuş .Bir öpücükle
ıslatılamayacak kadar geç kaldın , oysa hala ıslak kalabilirdi.Sakın
gözlerindeki sudan bahsetme bana , o dudaklarına her değişinde sızlatmıyor
mu , hissettirmiyor mu sana gerçek sızıyı ? Sen sıradan bir fahişesin ,
unut sana söylenen yalanları . Gözyaşları duyumları algılamanı sağlayacak
kadar yetkin değil , deforme olmaya başlayan bedenin ise seni kraliçelerden
ayıralı o kadar zaman geçti ki, ben bile unuttum neye benzediğini .
Görebildiklerin gece kuşlarından ibaret.
Duydun mu öten baykuşun sesini ? Boş gözlerle bakma bana ne olur.Dışarda
öten baykuş gibisin sen de . Yalnız geceleri yaşayan , günleri öldüren bir
canlı.Güneşi görmeyeli o kadar oldu ki .Hala sıcak mıdır eskisi gibi , hala
güzeldir belki de.
Sen sahte bir fahişesin sadece.
Sabah oldu.
Artık uyuma vakti.
Kadın Sünneti : Cinsel Hazzın Ölümü
16 Ocak 2009 Cuma 07:47
Erkek hegemonyası altındaki toplumlarda kadınlar asırlardır
sindirilmekte.Dayak , işkence , tehdit ve dinsel baskılarla
susturulan kadınların büyük çoğunluğu ise kaderlerine boyun
eğip, susmak zorunda kalıyor.Ataerkil yapı genellikle
kadınların sosyal yaşantılarını , ekonomik bağımsızlıklarını ,
görünüşlerini ve kişiliklerini kafeslemekteyken , kimi zaman da
bazı toplumlarda daha uç örneklerle karşımıza çıkıyor ; kadın
sünneti gibi.Kadın sünneti , küçük yaştaki kızların klitorislerinin
kesilmesiyle cinsel arzuyu engellemeye çalışan ilkel bir yöntem.
Sünnet üç şekilde gerçekleştiriliyor ;
1)Clitoridectomy : Klitorisin tamamının kesilmesi ,
2)Excision : Klitorisle birlikte küçük ve büyük dudakların bir
kısmının kesilmesi ,
3)Infibulation : Klitoris , küçük ve büyük dudakların tamamen
kesilmesi,yalnızca idrar ve menstrual döngünün sağlanması için
küçük bir açıklık bırakılması.Sünnet edilen kadınların büyük
çoğunluğunda 1. ve 2. yöntem uygulanırken , kimi ülkelerde
firavun tarzı diye adlandırılan 3. yöntem de uygulanmakta.
Afrika'nın büyük çoğunluğu, Bileşik Arap Emirliği , Yemen ,
Endonezya , Umman Ve Malezya'da bugün hala daha kadın sünneti
utancı yaşanıyor.Kimi madrabazlarca gelenek olarak nitelendirilen
bu vahşet , küçük yaştaki kızların beyinlerine kadınlığa geçişin
en önemli adımı olarak kazınıyor.Çeşitli törenlerle gerçekleşen
sünnet esnasında daha az çığlık atan kızlar takdir toplarken ,
daha çok çığlık atan kızlar ayıplanıyor.Sünnetli kadınlar
toplumda statü atlarken, sünnetsiz kadınlara fahişe gözüyle
bakılıyor.Kimi ülkelerde ise başlık parasının bedelini belirlemek
için damadın ailesinin sünnet açıklığına önceden bakma hakkı
bulunuyor , sünnet açıklığı dar olan kadınların pahası artıyor.
7-8 yaşlarındaki kızlar kadın olabilmek uğruna bu işkenceye
yüzyıllardır maruz kalıyor.
Milattan önce de varolan bu eziyet , dinlerin ortaya çıkışından
sonra da devam ediyor ve günümüzde de ister tek tanrılı , ister
çok tanrılı dinlere inanan bir çok toplumda gelenek olarak
sürdürülüyor.Kadınların genital bölgeleri kesilirken uyuşturulmuyor,
defalarca kullanılmış steril olmayan bıçaklarla kesiliyor.Bu
durum kadınlarda tetanos , HIV gibi hastalıklara yol açıyor.Ayrıca
kadınlar idrar kaçırma , idrar tutma gibi bir çok sorunla karşı
karşıya kalırken, psikolojik olarak da ömürleri boyunca sürecek
bir yıkımla başa çıkmaya çalışıyorlar.
Kadın sünnetine karşı örgütlenmeler elli yıldan fazla bir
süredir Afrika'nın bilinçli kadınlarınca sürdürülüyor.Birleşmiş
Milletler(UN) ve Dünya Sağlık Örgütü(WHO) her ne kadar bu konuya
kulak tıkasalar da tüm dünyadaki duyarlı insanlar kadın sünnetlerinin
önlenmesi için canla başla mücadele ediyorlar.Ancak dünyadaki
zengin ülkelerin Afrika'ya olan duyarsızlığı , Afrika'nın yaşadığı
açlık ve hastalıklar, ekonomik göstergeleri elinde tutan ve kıtanın
yerüstü - yeraltı kaynaklarına göz diken batılı şirketlerin
tutumu bu konunun unutulmasına sebep oluyor.Birleşmiş Milletler
raporuna göre bugün dünyada 130 milyondan fazla kadın ve kız
çocuğu sünnetli.
Ataerkil yapı toplumların en küçük birimlerinden dahil kazınmadığı
sürece toplumlar bu ve benzeri vahşetleri sürdürmeye devam edecektir.
Freaks : Bir Tavuk-Kadın Hikayesi
15 Ocak 2009 Perşembe 08:20
Teknolojik bulamaç filmlerden hoşlananların ilgisini çekmeyecektir
Freaks.Sadeliği , karanlığı , kendine özgülüğü birarada bulmak ancak
iki dünya savaşı arasına girmiş bu filmde mümkün.
Tod Browning, 1932'de seyircilerin dayanamayıp sinemayı terketmesine
sebep olan bu filmi çekerken korku filmi olmasını mı , duyarlı bir sosyal
gönderme olmasını mı yoksa sadece duygu sömürüsüyle para kazandırmasını
mı bekliyordu bilinmez ancak İngiltere'de onlarca yıl yasaklanan Freaks
şüphesiz izleyen herkesi bugün bile dehşete düşürüyor.Günümüz korku
filmlerinin klişelerinden uzak ve tamamen vücutları deforme olmuş oyuncularla
çekilen film izleyenleri rahatsız edecek kadar gerçek.Kendinizi asırlarca
süregelen bedensel güzelliğe tapınma alışkanlığını sorgularken bulduğunuz film ,
normal ve anormal olanın anlamını arıyor.Toplumda ucube olarak nitelendirilen
bedensel özürlüler ,bu filmde hayatlarını sirkte çalışarak sürdürüyorlar.
Ucubelerin kendilerine ait tek önemli kuralları var ; eğer birini incitirseniz
hepsini incitmiş , birini memnun ederseniz hepsini memnun etmiş olrsunuz.Film
bu kuralı çiğneyen Cleopatra'nın başına gelenleri anlatıyor.Cleopatra oldukça
güzel bir trapez artisti , güzelliği etrafındaki tüm erkekleri etkiliyor ,
özellikle de Hans'ı.Hans ise kendisi gibi cüce olan Frieda ile nişanlı.Ancak
Frieda'nın sevgisi bile Hans'ı Cleopatra'ya aşık olmaktan alıkoyamıyor.
Cleopatra ,Hans'ın kendisine olan düşkünlüğünden yararlanıp onu maddi olarak
kullanıyor.Frieda Cleopatra ile konuşmaya gittiğinde Hans'ın bir
servete sahip olduğunu ağzından kaçırıyor , böylece Hercules(Cleopatra'nın
sevgilisi) ve Cleopatra serveti elde edebilmek için planlar yapıyor.Öncelikle
Hans ile evleniyor , daha sonra içkilerine ve yemeklerine zehir katarak onu
yavaşça zehirliyor.Bunu gören diğer ucubeler çok geçmeden Hans'a durumdan
bahsediyorlar.İşte bu Cleopatra'nın sonunu hazırlıyor.
İntikam arzusu film boyunca beyninize kazınıyor . İnsanların özürlülere olan
hakaretleri ve aşağılamaları öyle bir noktaya ulaşıyor ki , ucubelerin intikamları
kendilerini haklı bir konuma çekiyor.Neredeyse seksen yıllık bu film geçen
zamana rağmen hala daha sizi şaşırtıyor ve etkiliyor.
Günümüzde empoze edilen güzel olmanın birey olmayı getirdiği hayaline karşı
ayakta duran sağlam bir başyapıt.Eğer "bizler ve onlardan" hoşlanmıyorsanız
bu filmi izleyin derim.
Eşek Tragedyası - İnsan Komedyası
15 Ocak 2009 Perşembe 00:17
"Bir eşek Trajik olabilir mi?Ne taşıyabildiği,
ne de sırtından atabildiği bir yük altında telef
olduğu için..."
Nietzche
Trajik olan eşek mi , yoksa onu bu duruma sokan
bilinçsizliği mi?Elbet eşek henüz kendi kararlarını
verebilecek kadar evrimleşmiş bir beyne sahip
değil , belki de asla sahip olamayacak.Ancak
bilinçsizliği sömürülen bu hayvanın ortalama bir
insandan farkı var mı?
İnsanoğlu yüzyıllardır bilinç sahibi oluşunu
kendi dışındaki canlıları kullanarak kutluyor.
Düşünebildiğini sandığı için kendini diğer tüm
varlıklardan üstün gören insan ırkının kibirli
bireyleri alsında bizzat kendi türü tarafından
aldatılmıyor mu?Onlara cennetin yeşil bahçelerini
vaat eden din hokkabazları,emeklerini istismar
eden vergi vakumu devletleri,kaynakları tüketmek
için sürekli propaganda yapan şirket patronları
ve bireyselliğin önüne geçip onları hapseden
ahlak bekçileri yok mu?İnsanlar tüm bunları
olağan görüp , düzenin bir parçası olarak
nitelendirdiğinden beri sırtına yüklenmiş yükü
taşımaya çalışan eşekten daha trajik durumdadır.
Kendi algılarıyla var ettikleri dünyayı sahte
düzenleriyle tüketmekte , ahlak ve erdem
şaklabanlığıyla kendilerine ve diğer canlılara
eziyet etmektedirler.
İnsan tahakkümü bu şekilde devam ettikçe
dünya yalnızca zulüm getirecek ve eşek , insandan
daha az trajik olacaktır.
"Biricik dünya 'görünür dünyadır' ; 'hakiki
dünya' onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca."
Nietzche
Huxley vs Orwell - Kara Ütopyanın Prensleri
15 Ocak 2009 Perşembe 00:17
Öjenik bir yaklaşımla kurulan,sınıf ayrımını mutlulukla
kabul eden(daha doğrusu ettirilen) insanlarla dolu bir
Londra'nın mı; yoksa politik iğnelemelerle dolu ,tek parti
tek egemenlik anlayışı güdülen bir Londra'nın mı
betimlenmesi ilginizi daha çok çeker?
1984 ile Cesur Yeni Dünya çekişmesi işte burada başlar.
Anti-ütopya yazımlarının en ünlüleri olan bu iki romanın
okurları arasındaki anlaşmazlık hangisinin günümüze daha
çok benzediği hakkındadır.George Orwell 1984'te "Big
Brother" kavramını ortaya atarak günümüzdeki Amerikan
hegemonyasına ne kadar yaklaşmışsa, Aldous Huxley de
Cesur Yeni Dünya'da hedonistik toplumun birey olmaktan
nasıl korktuğunu irdeleyerek geleceği oldukça iyi tarif
etmiştir.
Huxley kurduğu distopyada aynı zamanda ironik
bir yaklaşıma sahiptir,dünya savaştan arınmıştır,insanlar
idealize edilmiştir,herkes herkes içindir ve herkes
mutludur.Dinler ortadan kalkmıştır,aile kavramı ise
insanlar için pornografik bir söylemden başka bir şey
ifade etmemektedir.Cinsellik özgürce yaşanmaktadır,
çocuklar cinsellikle çok küçük yaşlarda tanışmaktadırlar.
Toplum ,önceden belirlenmiş yumurtalarda döllenen, yapay
kan ile yapay embriyoda beslenen ve gelişen, gelişmeleri
sırasında şartlandırmalarla biçimlenen insanlardan
oluşmaktadır.Bu insanlar alfa,beta,gamma,delta ve epsilon
diye isimlendirilen gruplara ayrılır; alfalar en zeki ve
en atletik grubu oluşturur ve genelde önemli konumlarda
bulunurlar, epsilonlar ise en alt sınıftır,toplumun
üst düzeylerinin yapmadığı işeri yapmaya
şartlandırılmıştırlar ve oldukça ufak tefektirler.Tüm
sınıflar embriyodan başlayıp bebekliğe ve çocukluğa
kadar uzanan dönemde olmaları gerektiği gibi şartlanırlar.
Aralarında sadece bazıları birey olmanın gerektirdiklerinin
farkındadır, ancak insanlar onları garip olarak
nitelendirirler.Tüm bu mükemmelliğe rağmen toplum
birey olma yetisini tamamen kaybetmiştir.
Orwell ise yarattığı kara ütopyada politik söylemlere
daha çok yer verip , bilimselliği ikinci plana atmıştır.
Huxley gibi uzun bilimsel betimlemelere yer vermemiştir.
Dünya üç totaliter rejime ayrılmıştır ; Okyanusya ,
Avrasya ve Doğu Asya.Okyanusya her zaman diğer
devletlerle savaş halindedir,biri düşmanken diğeri
müttefiktir.Toplum parti üyeleri ve proleterler olarak
ikiye ayrılır, parti üyeleri söylemlerine derinden bağlı ,
ahlak abidesi insanlardan oluşurken proleterler daha
bağımsızdırlar, ancak bu durum onların insandan bile
sayılmamalarından kaynaklanmaktadır.Partide çalışanları
her zaman denetleyen tele ekranlar bulunur,parti
düzenine ters hareket eden ,hareket etmese de sadece
düşünerek bile suç işleyen insanlar düşünce polislerince
yakalanıp temizlenirler.Kadınlar ve erkekler arasındaki
cinsel hazlar suç teşkil eder,aileler çocuklarını sevmeye
teşvik edilirken, çocuklar ise ailelerinden kopuk ve
duygusuz yetişirler.Böylece çocuklar ailelerini
denetleyebilir ve herhangi bir düşünce suçu işlendiğinde
ailelerini umursamadan düşünce polisine yakalatırlar.
Toplum savaşın barış, cehaletin kuvvet, özgürlüğün
kölelik olduğuna inandırılmıştır.Orwell kitabında hem
totaliter kapitalist rejimleri hem de totaliter
komünist rejimleri eleştirir.Baskı altındaki tüm
toplumlar aynıdır.
Huxley ,Zamyatin'in Biz adlı romanından etkilenmiştir.
Orwell ise bir Lev Troçki hayranıdır,bu romanlarına da
yansır.
Huxley ve Orwell çekişmesi büyük ihtimalle daha uzun
yıllar devam edecektir.Önemli olan ise sizin hangi
Londra'yı görmek istediğinizdir.
Spore - Will Wright'tan Darwin'e Selam !
15 Ocak 2009 Perşembe 00:20
Spore sıradan bir oyun değil.Richard Dawkins hakkında
ne yorum yapardı,rahmetli Douglas Adams yaşasaydı kendi
düşselliği kadar eğlenceli bulur muydu ya da Carl Sagan
yeterince bilimsel olduğunu düşünür müydü bilinmez ancak Spore
çoğu kişinin adını telaffuz etmekten bile korktuğu bir
konuyu işliyor, EVRİM.Hatta bu evrim tahmin edilebileceğinden
çok daha eğlenceli.
Yaşamımıza organizma şeklinde başladığımız oyunda
etobur(carnivore)ya da otobur(herbivore) olmak zorundayız.
Örneğin, etobur bir organizma ile başladıysak etrafımızdaki
et parçalarını veya bizden daha güçsüz diğer organizmaları
yiyerek DNA puanları toplayabiliriz.DNA puanları toplamamız
organizmamızın vücuduna işe yarayacak parçalar takmamızı
sağlıyor(zehir saçan bir kuyruk gibi...).Yediğimiz parçalar
gelişmemizi sağlıyor ve etrafımızdaki diğer büyük organizmaları
geçip hem kol-bacak hem de ufak da olsa bir beyin sahibi
olarak karaya çıkıyoruz.
Karaya çıktıktan sonra canlılarımız toplu yaşama geçiyor.
Etraftaki diğer canlılarla iletişim kurmanın iki yolu var;
birincisi onları şarkı söyleyerek,dans ederek vs... etkilemek,
ikincisi saldırıp türlerinin soyunu tüketmek.Ancak etkilemek de
soy tüketmek de o kadar kolay değil.DNA puanları topladıkça
vücudumuzu geliştirmemiz ve bulunan özellikleri üst seviyelere
çıkarmamız gerekiyor.DNA puanları topladıkça beynimiz yavaş
yavaş büyüyor.İşte tribal yaşama hazırız!
Üçüncü bölümde sistemli yaşantının ilk bölümü olan kabile
yaşantısına geçiyoruz.Kabile yaşantısında yeterli yiyeceği
topladığımız takdirde sağlık silah gibi konularda işimize
yarayacak küçük kulübelere sahip olabiliyoruz.Etrafımızdaki
kabilelerle ise barış imzalayabilir ya da savaşarak onları
kendimize katabiliriz.Tüm kabileleri kendimize kattıktan
sonra civilization bölümüne geçebiliriz.
Dördüncü bölümde canlılarımız uygarlığa adım atıyorlar.Bu
bölümde ev ,eğlence mekanı,fabrika,savaş araçları vs...
tasarlayabiliyoruz.Kabile hayatından farklı olarak diğer
uygarlıkları ekonomik,dini veya askeri yönden ele geçirebiliyoruz.
Uçaklar tasarlayabiliyor hatta nükleer bombalar (pek hoş olmasa da)
kullanabiliyoruz.Şehirlerimizin eğlence ve üretim miktarını
dengelememiz gerekiyor,fazla üretim yapan şehirlerde
canlılarımız mutsuz oluyor.Tüm uygarlıklar zorla veya parayla
ele geçirildikten sonra gezegenimiz bize yetmiyor ve uzay!
Beşinci ve son bölümde ise canlılarımız o kadar gelişiyor ki
uzay gemisine sahip olup galaktik yolculuklara çıkıyoruz.Diğer
yıldız sistemlerini keşfedip buralardaki toplumlarla işlerini
yaparak iyi ilişkiler kurabiliyor, ya da zıtlaşıp savaş
açabiliyoruz.Uzayda az bulunan parçaları bulabiliyor,onları
satarak uzay gemimizin ihtiyacı olan parçaları alabiliyoruz.
Sims'in yaratıcısı Will Wright'ın tasarladığı Spore ,herkese
evrimle ilgili eğlenceli dakikalar sunuyor!
Ortam dosyaları
NFG3NOdapWE& (882 bayt)
Orihime=Weaving Princess?? Tanabata Teorisi
15 Ocak 2009 Perşembe 00:20
Bleach'i mangadan takip edenler bilir,340-The Antagonizer
bölümünde Ulquiorra ,Ichigo'ya Orihime'nin içinde olup
bitenler hakkında sağlam ayar çekti.Aizen gerçekten
Orihime'ye bir şey yapmış mıydı ?TK ortaya pek fazla
ipucu bırakmasa da forumlarda ortaya atılan teoriler
oldukça çok.Hogyokunun Orihime'nin içinde olduğundan
tutun ,Aizen'in Orihime'yi hamile bıraktığına
kadar çeşitli teori ve geyik mevcut.Ancak üretilen
yüzlerce teori arasında Orihime'nin Tanabata festivali
ile olan ilgisi hakkında kayda değer bir şey bulamadım.
O yüzden ilgimi çeken bazı şeyleri burada paylaşacağım:
*Orihime'nin isminin Tanabata festivalinden geldiğini
meraklı Bleach okur-izleyicileri bilir.Manganın
5. bölümünde Inoue Orihime ismi Vega Highwell olarak
geçmekte.Ayrıca Orihime'ninüstündeki 7 de gözden
kaçmamakta.13. bölümdeki renkli sayfada
ise Orihime'nin oturduğu koltuğun altında 7/7 yazmakta.
*Tanabata Japon yıldız festivalidir
(referansı Çin yıldız festivali Qi Xi).Ay
takvimine göre 7. ayın 7. günü Orihime(Vega) ve
Hikoboshi(Altair)nin buluşması kutlanır.
*Tanabata efsanesinde Orihime weaving princess
olarak geçer,babası gökyüzü kralına güzel kıyafetler
diker.Bu arada Bleach'te Orihime'nin
okulun dikiş klübünde olduğunu unutmamak gerek.
*Efsanede Orihime çok fazla çalıştığı için hiç aşık
olamadığından bahsedilir.Bunun üzerine babası onun
Hikoboshi ile tanışmasını sağlar.Hikoboshi ve Orihime
ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar
ve evlenirler.Ancak evlendikten sonra Orihime babasına
giysi dikmeyi bırakır,buna sinirlenen gökyüzü kralı
aşıkları birbirlerinden Amanogawa nehri ile ayırır.Orihime
bu durum yüzünden ağlar ve
kocasını tekrar görmek ister.Kızının gözyaşlarına
dayanamayan baba eğer çok çalışırsa 7. ayın 7. günü
kocasını görebilmesine izin vereceğini
söyler.Aşıklar ilk seferinde nehirde köprü olmadığı
için buluşamazlar,Orihime o kadar ağlar ki bir grup
saksağan gelip kanatlarıyla köprü yapacaklarına söz verir .
*Tanabata dışında ise dikkat çeken bir diğer şey ise
TK nın yazdığı şu şiir;
We
As one:
are not intertwined
As two:
do not share the same form
Of the third:
we simply don't have eyes
Of the fourth:
we have no hope in that direction
At the fifth
therein lies the heart
*Orihime keşke 5 hayat yaşasaydım demişti,
bu şiirin bununla bir ilgisi olabilir mi?
Benim fikirlerim bunlardan ibaret.Olaylar geliştikçe
Orihime'nin Tanabata ile bir ilgisi var mı
hep beraber göreceğiz.
http://chu-chu-sensei.blogspot.com/
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder