Gerçeği arama yolunda Tolstoy ve pek çok aydın zihinlerini çok yordular. Ararken yoruldular yorgunken öldüler.
Tolstoy düşünmeden sorgulamadan yapamam ben dedi hayatı boyunca. Aklı cevap vermeye yetemedi. Sonuçta akıl denilen şey sizi yarı yolda bırakıveriyor. Zaten yüce yol göstericiler bunun için varlardı. Yüce kitaplar bunun için var. İnanmak zorunda da değil kimse.
İnsan zamanla çok çeşitli ruh hallerine giriyor. Müzik dinlemekten artık haz almıyorum hatta devamlı müzik dinlemenin tehlike sinyali olduğuna inanıyorum.devamlı müzik bizi Allahı arama faaliyetimizden uzaklaştırıyor. Müziği tanrılaştırmamalıyız. Allah ikliminin yanında müzik ikliminin ne değeri olabilir ki. Otobüste yolda evde iş yerinde hayatımızın her safhasında müzik kulağımızda kulaklık dışarıdan soyutlanarak müzik dinlemenin sağlıklı bir tarafını göremiyorum. Kalbi karartmak doğru olmaz. Kimse bana inanmak zorunda değil
çeşitleme
26 Temmuz 2009 Pazar 10:06
BÖLÜNME
“Bölünme” diyor Stejepan G.Mestroviç:“aynı anda birbiri ile ilgisi olmayan duyguları yaşama ve ifade etme yeteneğini de içerir.” Stejepan Bölünmenin çocuklar için bir doğal olduğunu ama yetişkinlerde bölünmenin kişisel bozukluk olduğunu saptıyor. Çocuk anında söylemini ve hareketini değiştirebiliyor. Arkadaşını bir dakika önce çok seven çcuk bir dakika sonra sevmediğini rahatlıkla söyleyebiliyor. Çocukken hepimiz böyle davranmışızdır ancak bu davranışı yetişkin olarak yaptığımızda tam anlamıyla kişilik bozukluğu gösteriyoruz.
Batılı bir yazarın bir çok kelimeyle ifade etmeye çalıştığı bu davranış şekli “münafık” sözcüğü “iki yönlü” sözcüğü ile karşılanabilir. Mevlanın ;“ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” tavsiyesine uygun hareket edenler “bölünmemiş” oluyorlar. Bu özellik tam olgun (kamil) bir yetişkin kazanımıdır. Bölünmüşler “Gündüz aile adamıyken gece.. ( devamı )
ne olur sesimizi duyun!
05 Temmuz 2009 Pazar 02:18
Artık sesimizi duyun. Ne olur duyun. Türkiyenin modern gelişmiş bir ülke olmasını istiyorsanız her şeyden önce hatta ekonomiden de önce Milli Eğitimini ve sınav sistemlerini kökünden değiştirin.
Ne olur! SBS ve ÖSS denilen şu saçma sınavları kaldırın atın. Ne olur! Yapın bunu. Biliyorum benim bu blogda yazdıklarımı belki kimse okumayacak ama ben içimdeki ateşi söndürmek için yazıyorum. Ne yapayım ta Ankaraya Milli Eğitim bakanının yanına mı gideyim. Artık benim bu sınavlardan geçelim yıllar oldu ama hala şu ÖSS denilen illetten nefret ediyorum. Neden mi?
Öss israftır. (Parayı zamanı sağlığı ve beyni harcar.)
Öss büyük küçük insanların ruh hastası.. ( devamı )
bir KPSS daha bitti
03 Temmuz 2009 Cuma 07:09
BİR KPSS DAHA BİTTİ
30.06.2009
Bir KPSS sınavını daha devirdim. Anladım ki ben bu sınavı kazanmak için en az iki yıl inzivaya çekililip soru çözüp konu çalışmalıyım. Ama en az iki yıl. Yoksa ben sittin sene de girsem bu sınavı kazanamam.
Öğretmenlik artık benim için bir hayal oldu. Hayır illa devlet memuru olayım diye değil sadece branşım beni devlet memurluğundan başka şans tanımıyor. “edebiyat”.
Yaşasın edebiyat ama ben Orhan Pamuk değilim ki evde oturup hikaye yazayım. Ayrıca ondaki hikaye yazma yeteneğinin zerresi yok bende.Ne yapalım herkes aynı yeteneklerle donanımlı olmuyor.
“edebiyatçı diplomam var” diyerek fabrikalarda özel sektörde iş aramak beyhude bir çaba.
nitelikli okur
03 Temmuz 2009 Cuma 07:07
Sadık Yalsızuçanlar “Okur için bir üstadın yolundan gitmek gerek” diyor. O Bediuzzaman İbni Arabi Koneviyi okumanın gerekliliğini savunurken Ayfer Tunç: “ her şeyi okumam genellikle yeni çıkan kitapları okuyorum” diyor. Her ikisi de neleri okumanın gerekli olduğu konusunda ayrılsalar da “nitelikli okurun” olmadığında hemfikirler.
Nitelikli okurun var olduğuna inanıyorum. Belki beklenenden daha az olabilir ancak ben bugün daha iyi kavrayabilen insan sayısının önceki yıllardan daha fazla olduğuna inanıyorum. Ancak bir okur olarak hatamız belki de yazarlarla iletişim kurmamaktır. Çünkü pek çoğumuz yazarlarla iletişim noktasında sıfırız.
Kütüphanemde başucu kitabı gibi okuduğum bir kitap var. Ne zaman o kitabın kapağını açsam “yazara bir teşekkür etmem gerek derim” ama nerde. Bir türlü yapamam bunu... ( devamı )
her ay bir kitap
19 Haziran 2009 Cuma 00:48
Kitap. Hayatın tek gayesi olmaya değer. Yaşamanın tek gayesi okumak demeğe değer. Okumak yaşam boyu kilolarca yemek yemekten daha değerli değil midir. Yaşam boyu okumak. Her şartta her zaman her yerde kitap ve okumak vazgeçilmezler içinde olmalıdır.
Kitaba verilen para boşa gitmiş sayılmaz. En kötü kitaptır dediğiniz kitap bile en lüks eğlenceden kat be kat üstündür benim nazarımda. İnsanın tekamülünde kitabın yerini hiçbir şey dolduramaz. İsterseniz öğretmenin dizinin dibinde oturun isterseniz dünyanın en iyi profesöründen ders görün hiç biri kitabın yerine geçmez.
Kimileri hala kitapların çok pahalı olduğundan dem vurup kitap almamakta ısrar etmekte. Dergi almamakta ısrar etmekte. Ayda bir defa bir dergiye 5 tl bir kitaba 5-20 tl vermekten imtina ediyoruz. Her şeyden imtina edilir kitaptan okumaktan imtina edilmez. Milyarlık arabaya binip de 10 liralık fiyattan kaçmanın tutarlı bir mazeret olması mümkün değildir.
güzel insanlar güzel atlara binip geldiler mi?
19 Haziran 2009 Cuma 00:41
Bir çok yazımda İslam’ı öğrenmek için zamanımızın parlak bilim insanlarına bakmamız gerektiğini söylüyorum.
İslamı iyi anlamanın birinci şartı bir Avrupalı gibi özgür ve bilimsel düşünebilmekten geçer. Özgür ve bilimsel düşünmeye ulaşabilmek okumak eylemiyle gerçekleştirilebilir. Okumak idrakimizi derinleştireceğinden önemli bir eylemdir.
Okuma alışkanlığını kazandıktan sonra okumalarımızı öncelikle Kuran üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Önce Kuran. Arada hiçbir aracı olmadan. Kavrama anlama seviyemiz kadar Kuranı özümseyip anladığımızı başkalarına anlatmaktan sorumluyuz hepimiz.
türkçe dilbilgisinde yapı tür
19 Haziran 2009 Cuma 00:37
Türkçe sorularına doğru cevap verebilmenin birinci kuralı “soru kökünü” iyi anlamaktır. Birçok öğrenci aslında konuları iyi veya kötü bilir. Asıl sorun bu konuların başlıklarını hatırlayamazlar ve soru kökünü anlayamazlar.
Türkçe sorular iki temel kavram üzerine bina edilir: 1.yapı 2. anlam. Sözcüğün, cümlenin, paragrafın ya anlamı ya da yapısı sorulur. Yapı denilince beynimizde şu kavramlar dolaşmalıdır: tür, görev, basit, bileşik, isim, zarf, sıfat, edat vs, giriş, gelişme, sonuç vs.; anlam denilince şu kavramlar üzerinde durmalıyız: yan anlam, gerçek anlam, dolaylı anlatım, soru cümlesi, anadüşünce, yardımcı düşünce, konusu, anlatılmak istenen vs.
Yapı sorularında aklımıza özellikle konu başlıklarını getirmeliyiz. Öğretmen bir konuya başlamadan önce o konunun başlığını yazar işte o başlık öğrencinin can simididir. Başlıkla konu bütünleşirse öğrenme gerçekleşir. Konuyu biliyorsunuzdur fakat hangi başlık altında işlendiğini hatırlayamazsanız o zaman doğru cevaba ulaşamazsınız. Mesela “ deyim aktarması” başlığı ile işlenen konuyu birleştirmelisiniz. Öğretmen “ad aktarması” demekle neyi kastediyor bunu anlamalısınız.“deyim aktarması” ile “ad aktarması” başlıkları birbirine çok benziyor ama ikisi farklı konular. Tür yapı sorulunca yüklemin yapısı mı sözcüğün mü yoksa cümlenin yapısı mı soruluyor bunlara dikkat etmeliyiz. İşte böyle temel başlıkları öğrenip konularla da pekiştirirseniz sınavlarda oynaya güle cevaplar verirs.. ( devamı )
zihniyet değişimi
19 Haziran 2009 Cuma 00:29
Bizim bürokratlarda bir sorun var galiba. Şu Milli Eğitim sistemini iflas ettirmek Türkiyeyi içinden çıkılmaz sıkıntılara mı sürüklemek istiyorlar bilmem. Niçin bunları söylüyorum. Eğitim-öğretimi 9 yıla çıkaracaklarmış. Kim bilir daha sonra 10-20 falan. Ya biz 20 yıl okuduk da ne oldu Allah aşkına. Henüz alt yapısı hazırlanmamış bir ülkede eğitimi 9-10 yıla çıkarmanın -istersen 40 yıl- yap ne faydası olur. Senin değil yeni üniversite mezunun, belli noktalara kadar kariyer yapmış üniversitelilerin bile 2-3 dil bilip de işsiz gezebilmekte.
Yok yok bir yerlerde galiba işsizliği belli vakit az gösterelim diye öğrenci cennetine döndürmek istiyorlar Türkiyeyi. Okullarımız bir meslek öğretmediği gibi çocukların sanayi yolunu da tıkıyor. Her halde çocuklar mezun olup elleri ceplerinde işsiz sokaklarda dolaşmaya başlayınca tef çalıp oynayacaklar. Hayır okusalar ne olacak gerçekten benim tarih öğretmeni bir arkadaşım var dokuzuncu defa kpss sınavına giriyor. Böyle bir rezillik var mıdır dünya yüzünde bilmem.
Kesinli.. ( devamı )
Cinayet Haberleri
06 Haziran 2009 Cumartesi 06:29
Basın yayının teknolojisinin ilerlemesiyle haberlerin birkaç saniye içinde bize ulaşabilmesinin yararları çoktur. Akşam eve gittiğimizde dünyanın her tarafından haberleri duyabiliriz. Fakat bu iyi durumun suiistimal edilmesi söz konusu.
Uzun zaman orta Asyada bulundum. Onların televizyonlarından trafik canavarı haberlerini, dozajı yüksek politik haberleri, cinayet haber ve programlarına pek rastlamadım. Haberlerde öyle olumsuz haberleri duymak zordu. Şiddet kan öfkeden kudurmuş insan toplulukları vs. televizyonlarda gazetelerde çok az konusu edilirdi.
Avrupa ülkelerinde de uydudan gördüğümüze göre bizimki gibi haberlerde çok fazla şiddet gösterilmiyor. Amerikada koca gökdelenler yıkıldı da yerde ölmüş bir Allah kulu görememiştik. Sanki o binalarda hiç kimse yoktu.
Ben Avrupa ve Amerikan toplumlarının bize göre şiddete daha eğilimli olduklarına inanıyorum. Onların yaptıkları filmler bize onların neler düşündüklerini ve nasıl cinayet işleyebileceklerini iyi anl.. ( devamı )
gına geldi
06 Haziran 2009 Cumartesi 06:19
GINA GELDİ DİZİLERDEN
Dizilere takmış durumdayım. Artık iyice yılıştılar. Brezilya dizilerini yakında sollarlar. Öpüşme sahneleri çoğaldı demiştim geçen yazımda. O yazıyı mı okudular bilmem(!) öpüşme azalacağına çoğaldı hatta bir adım daha ilerlediler yatak sahnelerine terfi ettiler. Baktım internette en çok tıklanan falan dizinin falanca ile falanca oyuncusunun sevişme sahnesiymiş. Bilmem ki dizicilere mi yoksa izleyicilere mi laf dokundursam.
Evdekilere dedim kaç defa “ya şu dizileri seyretmeyin” diye ama... “diziler azıttı” dedim. Dediler ki “nereden biliyorsun sen dizi seyretmezsin ki!” hem de “dizilerde biz öpüşme sahnesi falan görmüyoruz” dediler. “Yuh be! Bakın şimdi bu dizide öpüşme olacak” dedim. “hayır” dedi Adanasever kardeşim. Bu dizide “öyle olmaaaaz”. Tesadüfe bakın ki hangi dizi için bunu söylesem hep o sahnelerle karşılaştık. “Yaaa! Olmazdı hiiç” demeye başladılar. Seyretmiyorum dizileri ama “farkında olmak” denilen bir söz var. Eğer bir dizide bu sahne olmuş ve bu bölümü gazeteler yaygara yapmışsa diğer dizilerde de hemen başlıyor aşıkları öpüştürmeye. Ama galiba şu Rumeli dizisinde bu tip sahneler olmamış. Samanyolunu falan söylemek abes olur. Onlarda bu tip sahneler yok .. ( devamı )
olmaz diye bir şey olmaz
27 Mayıs 2009 Çarşamba 06:58
Her yönüyle kısıtlanmış olan dünyada “asla olmaz” demek doğru değildir.
Bir gün dünyanın ez zengin bir şehrinden harika bir ev alamayacağınızı kimse iddia edemez. Bir gün bir çok ülkeyi gezeceksiniz denilse “hayır!Asla!gezemem” derseniz külliyen hata etmiş olursunuz. Olmazları bir olduran vardır.
Arkdaşım bana “ben hiçbir zaman bu değil bu ülkeden bu şehirden bile çıkamayacağım” dedi. Ben de : “ öyle deme sen geleceği bilmiyorsun ki!Asla olmaz demek doğru değildir” dedim.
Açıköğretim birinci sınıfa giderken askerlik yoklamam geldi. Bir türlü öğrenci olduğumu ispatlayamadım onlara. Pekala dedim ve askerlik için bir dilekçe yazdım. Bir müddet sonra kendimi Kocaelide “Zafer” adlı gemide buluverdim. Bu gemi de tatbikata çıkacakmış meğer. Aylarca o ülke senin bu benim gezdim durdum. Venedik, Lizbon, Telaviv, Kudüs, Alicante vs. vs. pek çok şehir ve ülke gezdim. Bu ülke ve şehirleri gezebilmek için her şeyden önce vaktiniz olmalı sonra yüklü paranız olmalı öyle değil mi? Mantık bunu söyler ama oldurmazları olduran vardır. “asla olmaz” dem.. ( devamı )
uzaylılar yerine
26 Mayıs 2009 Salı 07:07
Nihayet Hülya AVŞAR da uzaylıları gördüğünü söyleyiverdi. Allahu alem tanınmışlığına tanınmışlık katmak için mi yoksa karşısındaki konuktan çok etkilendiği için mi söyleyiverdi bilmem.
Uzaylılar var mı yok mu? Uzaylı kovalamakla yükümlü olduğumuzu düşünmüyorum. Ruhlarla cinlerle uğraşmak gibi bir görevimiz de yok. Ruh da var cin de var. Ancak bunları görebildiğimizde ne olacak onu merak ediyorum. Hani imanımız bir kat daha mı artacak, insanlarla konuşmak yeterli gelmedi de onlarla konuşmak mı bizi rahatlatacak. Ya işte insan ve merak ayrılmaz bir bütün gibi.
Ruh cin peri uzaylı görmemiz istenseydi elbette sınırlı özelliklerle donatılmazdık. Belli frekansın üzerindekileri göremiyor ve duyamıyoruz. Demek o sınırlarda bizim işimiz yok.
Uzaylı arkadaşım olsaydı veya cinlerden arkadaşım olsaydı onlara istediğimi yaptırır zor anlarımda onların yardım etmesini ister gelecekte neler yaşayacağım onlardan öğrenir miydim? Sırf bu sebeplerden dolayı mı onlarla tanışmak istiyoruz. Ya d.. ( devamı )
zemahşeri
24 Mayıs 2009 Pazar 18:05
Türk Dilinin tarihi de en az Türk Tarihi kadar hareketlidir. Dönem dönem yıldızı parlamıştır. Ancak dilin tarih kadar başarılı olduğu söylenemez. Nedense Türkler tarih boyunca başka kültürlerin tesirinden hiç kurtulamadılar. Hele dil. Tamamamen Farsça ve Arapçanın altında ezim ezim ezildi.
Mevlana eserlerini hep Farsça yazdı. Selçuklular zamanında yazılanlar Farsça ve Arapça oldu. Farsça ve Arapça bilmeyenler küçümsendi. Yani bizde Farsça Arapça Fransızca İngilizce moda dillerdir.
11. ve 12. yüzyılda yaşamış olan ve Türkçeye soluk aldıran kişiler hiç şüphesiz Kaşgarlı Mahmut ile Yusuf Has Haciptir. Ancak O dönemde yaşamış olan en büyük Türk bilgini Zemahşeridir. Hadis biliminde zirve isim Buhari iken Tefsirde zirve isim Zemahşeridir. Eserlerini tıpkı Mevlana gibi Gencevi gibi Arapça ve Farsça olarak kaleme almıştır. Hem de Arap dilinin piridir. Öyle ki Ebu Kubeys dağına çıkıp Araplara şöyle demiştir: “ Ey Araplar! Atalarınızın dili Arapçay.. ( devamı )
dost
24 Mayıs 2009 Pazar 17:52
Dünya gerçekten ağırdır. Mutluluktan uçurduğunda bile size ağır gelir. Belki bir saat belki beş gün sonra hüznün girdaplarında gezinmeye başlarsınız. Ya da dünya olanca ağırlığı ile üstünüze çöktümüştür. İnsanlar üzmüştür seni, fakirlik ağlatmıştır seni, iş yeri sıkmıştır ruhunu. Belki beş dakika belki beş yıl sonra yüzünüzde mutluluk meltemleri esebilir tekrar. İşte dünya böyle oyalar bizi. Milyarlarca insanı oyaladı milyarlarca insanı oyalıyor henüz görevi bitmedi milyarlarca insanı meşgul etmeye devam edecek. Geçmiş unutulabilir gelecekten korkulabilir, belki şuan en mutlu ya da mutsuz sizsinizdir. Ama bu dalgalı, fırtınalı dağdağalı gecede nereye yapışalım da bizi oyalayan bu oyundan kurtulalım. Çok basit. Allahın ipi. İnanmak ve onun ipine sımsıkı sarılmakla esrarensiz karmaşık zor oyundan kolaylıkla kurtulabiliriz. İnanç önemli. İnançsızlık bataklığın yutması gibi insanı yutabilir. Siz yutulurken kimse yardım elini uzatamaz size. Kurtuluş iman ipine sarılmakta.
Allah şöyle bildiriyor: “ inançsızların dostu tağutlardır. (tağutlar) onları inancın ışığından mahrum bırakıp inançsızlığın karanlıklarına sürükler.”
Şayet üniversiteyi niçin kazanamadım diye kahrolmak istemiyorsak, işsizlik korkusuyla tutuşmak istem.. ( devamı )
2002 günlükleri
24 Mayıs 2009 Pazar 17:11
2002 yılında yazdığım günlüklerden bazıları. 1995'ten bu yana günlük tutuyorum. Bu günlükleri ara ara siteme taşıyacağım. Biliyorum bu günlükler okuyanları sıkabilir. Ama ben bu günlüklerde başkalarına yararlı olmaktan ziyade kendi dünyamla hesaplaşmalarımı anlatıyorum.
Oldum olası başkalarının günlüklerine değer veririm. Onları daha gerçekçi bulurum. İçtendir. Süslü laflar yerine kalpten çıkan hislerdir günlükler. Kendimizle hesaplaşma niteliği taşıdığından yalan yoktur içlerinde. Yanlışlar saçmalıklar vardır ama yalan yoktur.
Belki içlerinde kendinizden de bir şeyler bulursunuz. Belki mutlu olursunuz.belki de eeeh ne saçmalık der pas geçersiniz.
30 Temmuz 2002 Salı
Her şey aptalca ! Ve her şey aptalca. Her şey yalamayla başladı ve bitti.yaladı. anladıysa yalamanın benim söylediklerimi haklı çıkardığını.ama nerede insanlarda o anlayış. Bekle ki bulasın. Daha dün yazmıştım içimde bir alev topu var diye. Alev topum dün patladı.
Şimdi boşum. Bomboş. ne yapacağımı ne edeceğimi bilmiyorum.Plânım yok.öylesine oturuyorum. Çay da hazırlamadım kendime. Dolapta yemek namına hiçbir şey yok. Öylesine yazıyorum. Yazmak isteğim de yok ki. Parmaklarım klavyenin üzerindeki harfleri zorlukla bulabiliyor.
Sinirliyim.çok sinirli.....her şey berbat. Ev aramalıyım. Değişiklik olsun. Bıktım. Her şeyden bıktım.
09 Ağustos 2002 Cuma
Her şey bir toz bulutunun yükselmesi gibi oluverdi. Bir şimşeğin çakması gibi. Hayatımın geri kalan kısmında neler olacak merak ediyorum.
30 .. ( devamı )
Verbitski
15 Mayıs 2009 Cuma 21:16
Altay Türklerinin dilleri ve yaşamları hakkında bize bilgiler veren kişilerden biri Verbitskiy’dir.
Türk Kültürü ve dili ile ilgili en kapsamlı çalışmaları yapmış olan ve ilklere sahip olan meşhur bilim adamlarının isimlerini maalesef liselerimizde öğretmiyoruz. Mesela Yudahin, Radlof, Verbitki…
Verbitskiy tabiri yerindeyse on parmağında on marifet bulunan bir insandır. Tam otuz yedi yıl Altayda yaşamış olan Verbitskiy papaz ve aynı zamanda iyi yetiştirilmiş bir misyonerdir.
Verbitski’nin sadece hayatını konu alacağım. Eserinin içeriğiyle ilgili başka bilgileri zaman zaman yazmayı düşünüyorum.Çünkü Verbitski 19. yüzyılda yaşayan Altay Türklerinin kültürleri ve dilleri hakkında ilginç bilgiler veriyor. Her ne kadar günümüzde haberleşme hızlı oluyor ve bir çok bilgiye anında ulaşılabiliyorsa da bu o eserin değerini tabi ki düşürmüyor. Zaman bil.. ( devamı )
işsizliğin yararları
15 Mayıs 2009 Cuma 21:11
Paul Lafarque “Tembellik Hakkı” adlı eserinde “hala anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan azat eden boş zaman ve özgürlük veren ta nrı olduğunu”
Makineleşme ve teknoloji ilerliyorken insanların daha özgür olmaları gerekiyordu ve bu oluyor çünkü makineleşme işsizliği doğuruyor. Peki Paul’un dediği gibi işsizlik bizim anladığımızın tersine güzel bir durum mudur. Bugüne kadar pek çoğumuz işsizliğin insanı bunalıma sürüklediğini, gençleri mutsuz yaptığını, işsizliğin insan fıtratına aykırı olduğunu söyledik ve yazdık. Psikologlar işsiz insanın halini her yönüyle incelediler. İşsizliğin ülkelerin gelişmişlik düzeylerini de belirlediğini biliyordu. Kendimiz de bizzat işsizliğin sıkıntılarını yaşadık. Ama bugün ben işsizliği Paul’un açısından bakacağım.
Karınca gibi çalışıyor insanlar. Köyleri bilemem ama özellikle büyük şerhlerde insanların çalışma tempoları en yük düzeye çıkmış bulunmakta. Sabah sokaklarda telaşla işe yetişmek için koşuşturan insanlar, akşam otobüslerde balık gibi üst üste eve dönen yorgun bedenler, yorgun gözler, kızarmış gözler, yorgun düşünce.. ( devamı )
Aydın İlinin 105 yıl önceki sosyal hayatından kesitler
14 Mayıs 2009 Perşembe 23:26
Bugün Aydın sokaklarında dolaşırken aklıma bundan yüz-yüz beş yıl önceki hali geldi. Zeki Mesud ALSAN çocukluğunda Aydın sokaklarında gördüğü bir olayı şöyle anlatıyor:
“…Bu sırada mahallede bir kaynaşma sezildi. Çocuklar yola doğru koşuştular. Kadınlar ileriye baktılar. Mustafa da anasının yanından ayrılarak çocuklara yetişti. Ve kalabalık arasında garip kıyafetli, ve şimdiye kadar hiç görmediği iki insan şekliyle karşılaştı. Bunlardan biri oldukça yaşlı ve kısa boylu idi. Diğeri uzun boylu ve gençti. Koyu lâcivert renginde ve kat kat denecek surette geniş kıvrımlı uzun fistanlar giymiş olan bu kadınların başlarındaki alâmet daha çok seyre değerdi. Nasıl yapıldığına insanın aklının eremeyeceği kar gibi beyaz bir şeyler bunların başını iyice sarmış, onları biraz da heybetlendirmişti. Onları ilk görenler gece görseler mutlaka korkarlardı. Bir şeyler... gerçekten bu iki kadın kafasını, saçlarından -eğer varsa-bir telini bile göstermeyecek surette kapatan bu külahlar, tek bir parçadan ibaret değildi.,. Kanatlı, yelpazeli, girintili, çıkıntılı bir çok şekillerin birleşmesinden meydana gelmiş karışık bir nesne idi. Bellerinde kemer gibi bir kuşak vasrdı. Yanlarında koca taneli ve birkaç devirli tesbihler asılı idi. Tesbihin fistanların eteklerine yakın uçlarında madeni birer haç sarkıyordu. Kollarında koyu renkli, küçük kamış çan.. ( devamı )
Futurist şiir örneği-Vlademir MAYAKOVSKİ
10 Mayıs 2009 Pazar 00:13
PANTOLONLU BULUT
Pelteleşmiş beyninizde
Kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi
Hayal kuran düşüncenizi,
Kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
Dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehirli dilli.
Tek bir ak saç yok ruhumda
Yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
Yürüyorum – yakışıklı .. ( devamı )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder