Kendimden Ricam; Bu Son Olsun!
09 Nisan 2009 Perşembe 20:11
Daha sonra yazmayı düşündüğüm bir o kadar komik ama kafa ütüleyici konferansın ardından okulun bahçesine çıkar çıkmaz havayı ciğerlerim patlayana kadar içime çektim. Hava ciğerlerime doldukça, ben de huzurla doldum! Sonra koşa koşa bilgisayar bölümüne ait blogun merdivenlerini çıktım. Amacım bir an önce okuldan çıkmaktı. Gerçekten sıkılmıştım çünkü...
Hemen beyaz öğretmen önlüğümün cebinden anahtarımı çıkardım ve Dune Çocuklarını dolap raflarının üstüne koydum. Çantama dolabımdaki eşyaları tıktım ve hızlıca arkadaşlarıma yetişmeye çalıştım.
O an olan olmuş ama ben bunu ertesi günün saat 7:10 civarı farkedeceğim...
Sohbet ede ede üç arkadaş Kadıköy'e indik. Otobüste de kitap okumak istemedim ve uyumayı tercih ettim. Güzelcene de evime gittim. Her gece kitap okumak için can atan ben aksilik bu ya.. kitap okumak istemedim. O gün sırt çantamı bir kez açmadım bile.
Sabah oldu... Zorla yataktan kalktım... Güzelim uykum bölünmüştü... Formamı giydim... Çantamı hazırlayacağım... Ana! O da ne?! Kitabım yok!
Zihnimi kurcaladım: En son nerede ne yaptım diye. Zihnimde beliren iki görüntüden ikincisinin kesin olduğu kararına vardım. Bu sefer erken çıktım... Hemen dolabın üstüne baktım ama yoktu... Yok...
Öğretmenlere sordum ancak böyle bir kitabın onlara iletilmediğini söylediler... Anlaşılan sarılarak uyuduğum kitabım başka ellerin olmuştu... Çok üzgünüm, hala üzgünüm... Umarım ki denk gelirim kitabıma.
Bu kaybettiğim -kayıp değil unutkanlık aslında- ilk şey değil. Daha önce de derste giydiğim beyaz önlüğümü kaybetmiştim... Hatta bir seferinde flaş belleğimi bile unutacak kadar unutkan olmuştum. Neyse ki şimdi daha dikkatliyim(?).
Konferansı da anlatıp ben de kafa ütülemek istiyorum ancak uykum var... Uyumak istiyorum...
Hoşça kalın!
Sakın unutkanlık etmeyin. Hoş olmuyor...
*DipNot geçmeden olmaz: Özel günleri; doğum günleri, bir insanla karşılaştığım ilk günü, o günkü kıyafetlerini.. vb. unutmam kolay kolay. Her nedense ilgimi çeker...
Bu Nasıl Anneliktir!
04 Nisan 2009 Cumartesi 00:35
Balkonumuza daima gelir kuşlar ve yuva yaparlar... Bu da onlardan yalnızca biri.
Mart ayında bir kumru yumurtlamış bizim balkona. Bakıyordum hep orada yumurtalarının - yavrularının- yanındaydı. Ben de bir seferinde o anneleri yokken fotoğrafını çekmiştim. Neyse.. Sonra bir anda bir daha gelmez oldu anneleri... Hala bekliyoruz ama yoklar... Yumurtalarına da hiç dokunmadık öyle duruyorlar... Artık çürümüştür yavrucaklar,yazık. Bu ne biçim annelik içgüdüsüdür!
Neredesin ey anne kumru! Duy yavrularını!
Bak eğer yavrularının yanında olsaydın onlar da şu an resimdeki kadar güzel olacaklardı... Vicdansız kuş seni
Tuhaf Saatim!
03 Nisan 2009 Cuma 21:35
Bugün bu saati yaptım. Çöpe atacaktı annem bozuk diye. Ben de çöpe atılmasına izin vermedim ve efsanem'in resmini kullanarak saat yaptım. Saat mekanizma hazır tabii ki.
Malzemeler:
1 adet fotoğraf (hoş görünmesi için)
3 adet çubuk (akrep,yelkovan,saniye için)
1 adet duvar (asmak için)
1 adet saat mekanizması (saatin saat olabilmesi için)
Biraz boya (ben siyah ojemi feda ettim.Çubukları boyamak için)
Not: Saatinizi tuhaf* yapmayın.
*Tuhaf: Efendim ben dünyaya tersten bakayım dedim. Değişiklik olur diye. Bu saatte zaman geriye akıyor. Nasıl mı? Şöyle ki; saniyenin sağa doğru yol alması gerekirken benim saatim sola doğru yol alıyor. Ve saat komple ters(bkz. resim2)
Benim dünyam hep ters, ama bir numara!
Martı Jonathan Livington - Richard Bach
02 Nisan 2009 Perşembe 08:53
Sıradan martılardan farklı olan Jonathan'ın hikayesini anlatıyor. Jonathan hızlı uçmak istiyor. Hızlı uçabilmek için kanatlarının kısa olması gerektiğini öğreniyor ama yine de yılmıyor. Yemek yemekten bile öte uçmak onun için. Yeni şeyler öğrenmek istiyor. Kitapta yer yer siyah beyaz etkileyici martı resimlerini görüyorsunuz,sürüyle ya da yalnız. Son olarak da Jonathan sıradan martılardan hızlı uçmayı başarabiliyor. Çünkü çok çalıştı ve sık sık uçma denemeleri yaptı. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitaptır. Oldukça kısa bir öykü ama derinden etkileyici.
Konuya resim ararken ben de Yaşar Kurt'un bu kitabı okuduktan sonra bir şarkı yazdığını öğrendim. İşte sözleri:
Buluta benzet kendini git
Şehire benzet kendini seyret
Ağaca benzet kendini kal
Ama sakın martıya benzetme...
Geceye benzet kendini ağla
Yağmura benzet kendini sus
Gölgeye benzet kendini dans et
Ama sakın martıya benzetme...
Martıya benzetme kendini sakın
Kendini sakın...
Yeniden Adres Değişikliği
30 Mart 2009 Pazartesi 12:26
Bu çok çok daha hoş oldu bence :D
Muazzam Siyah!
Vavv,beğendim. İngilizcesinden daha etkileyici.
Tesadüfün Böylesi
30 Mart 2009 Pazartesi 12:27
Bir ay kadar olmuş ve o günden sonra ilk kez dün yeniden aynı otobüse denk geldim. Otobüsteki tutacaklardaki reklamları hala kaldırmamışlar. Konser oldu bitti. Hatta konser için bile yazı yayınladım burada. Tutacaklardaki reklamı görünce aynı heyecanı yeniden yaşadım. Hoş oldu. Paylaşmak istedim... Tutacakların birinden almak istedim o reklamı ama cesaret edemedim,nedense. Tekrar denk gelirsem mutlaka alacağım.
Şizofren Aşka Mektup - Cezmi Ersöz
28 Mart 2009 Cumartesi 18:14
Arkadaşlarımdan biri önermişti. Çok beğendiğini belirtmişti. Ben de gerilim romanı okurum ama değişiklik olur diye düşündüm,okumaya karar verdim. Benim tatmin etmedi kitap. Çok fazla sıkıldım.
Bir paragrafa başlamış yazar,güzelce. Uzun bir cümle kurmuş mesela. Cümlenin başında erkek olan birey cümlenin sonunda kadın oluyor. Böyle anlaması güç bir kitaptı. Okumanızı tavsiye etmişyorum, tabii benim hoşlandığım tarza yakın olanlara sözüm. Aşkı hissetmedim hiçbir cümlesinde.
Uçurum İnsanları - Jack London
28 Mart 2009 Cumartesi 19:30
1902 yılında Jack London bir karar alır ve Londra'nın Doğu Yakası'na gitmek ister. Bilindiği gibi İngiltere o zamanlar Güneş'in Batmadığı Ülke olarak anılır. Batı Yakası'nın maddi durumu çok iyiysen Doğu Yakası'da bunun tam zıttı olarak sefalet hakimdir. Jack London'a arkadaşları öncelikle gidemezsin oraya gibilerinden karşı çıkmış ama yine de London Doğu Yakası'na gitmiştir.
Doğu Yakasın'daki insanlar gibi o da sefil kıyafetler giyip onlar gibi sefil yaşar. Aç kalır. "Çivi"ye gider. "Çivi"de insanlar ağır işlerde çalıştırılıp hiç haketmedikleri kadar az yiyecekle ödüllendirilirler. Evet,oradaki sefil insanlar için o yedikleri şey bir ödül gibidir.
Jack London doğu yakasındaki insanları "Uçurum İnsanları" olarak niteler. Çünkü o dönemde İngiltere'nin en iyi dönemleri yaşanmaktayken doğu yakasında bu iyilik yerini karanlığa bırakır.
Açıkçası klasik kitapları okumayı sevmiyorum. Bunu da sevmedim zaten. Ama en azından bir şeyler kazandım. İnsanların 1902'li yıllarda neler çektiklerini öğrendim. Tabii daha bir çok şey. Ama benim bir kitapta aradığım şeyler düz bir yazı değil. Okuduğum kitabı kendi hayatımla özdeşleştiririm. Karakterden karaktere bürünürüm. Etkilenirim,kitabın sonunda göz yaşı dökerim. Bir kitapta aşkı,gerilimi ararım en çok. Anlaşılan klasik kitaplar bana göre değil. Şu güne kadar iki tane okumaya çalıştım ama zorla bitti. Şu anda bilim kurgu romanı okuyorum. Aşık olduğum Dune serisinin üçüncü kitabı.
Ek olarak; Şu linki de seveceğinizi düşünüyorum. Bölümler İngilizce de olsa o döneme ait resimler yer almakta. İncelemenizi isterim.
Bekle Beni Sana Geliyorum Şebnem'im!
24 Mart 2009 Salı 23:44
Konser olacağı haberini aldım. Çok sevindim... Uçuyorum... Mutluyum...
Konser; albümün çok daha sonra çıkacağı anlamına geliyor. Ama ne yapayım.. Şebnem'i öyle özledim ki.. yeni albüm gelmiş ya da gelmemiş önemli değil. Onu görsem yeter! :)
Yarına sınavım var. Hem de çok önemli: Programlama. Umrumda değil. Aklımı başımdan aldı bu haber.
Nisan ayına girebilsem de görememe sorunu ile karşılaşabilirim. Ama hissediyorum, gerçekten gideceğim.
Google Takvim'imi incelerken dikkatimi çekti. İlk Şebnem'in konserine gideceğim zaman neler yazmışım oraya... Şu anda da aynı heyecan sardı beni.
Bekle bu deli kızı Şebnem. Geleceğim.
Kâbil'in Kitapçısı - Asne Seierstad
22 Mart 2009 Pazar 09:24
Uçurtma Avcısı adlı filmi izlemiştim. Kâbil'i anlatıyordu... Filmi izlediğim günün ertesi akşamı dershane çıkışında Alkım'a gitmiştim -sık sık kafa dinlemeye giderim-. Kampanyalı ürünler arasında bu kitap da vardı. Hem de 2 Tl idi. Bende Kâbil hakkında biraz daha düzgün bilgiler elde edebilmek ve biraz daha merakımı giderebilmek için bu kitabı okumak istedim ve satın aldım.
Kadına düşmanlar... Kitaplara karşılar... Kur'an dışında tüm kitaplar yakılıyor. Eşitlik denen kavram nedir bilmiyorlardır,eminim.
Tabii kadınların da söz hakkına sahip olduğu zamanlar oluyor. Mesela; Bir kadın dokuz- on adet çocuk doğurup onları büyüttükten sonra bir nevi emekliliğe ayrılıyor ve evde kendisinin de söz hakkı oluyor.
Yazar Kâbil'in tipik ailelerinin özelliklerinden biraz daha uzak, en azından cahil sayılmayan-okuyan, kitapçıyı ve onun ailesini anlatıyor. Kitapçının adı Sultan. Sultan okumayı seven biri. İngilizcesi de ana dili kadar iyiymiş. Çocuklarına da İngilizce öğretmiş. Zaten yazarla bu sayede düzgün iletişim kurabiliyorlar.
Yazar kitabını yazabilmek için Afgan kadınları gibi giyinmiş. Bunu da kendisi şöyle açıklıyor: "Burkayı aynı zamanda Afganlı bir kadının kendini nasıl hissettiğini anlamak amacıyla kullandım. Otobüsün yarı yarıya boş olduğu zamanlarda bile, aracın kadınlara ayrılan tepeleme dolu son üç sırasında itişerek girmenin, ya da bir taksinin bagajında iki büklüm seyahat etmenin nasıl bir şey olduğunu öğrendim."
Kitabın hemen her sayfasında burkanın ne kadar rahatsız edici bir şey olduğunu anlatmış.
Bir kadın burkanın içinde her an bastığı yeri kontrol etmek zorunda, çünkü görmek öyle zor ki! Ayrıca burka naylondan yapıldığı için içeriye az hava sızdırıp, bir o kadar da az hava dışarıya veriyor. İnsan o naylonun içinde çabucacık terliyor. Burka uzun olduğundan yerlerdeki tozları da süpürüyor. Biraz temiz kalması dahi mümkün değil. Yazar burkayı icat edenin yaptığı oyunlardan biri olarak da şunu göstermiş: Bir kadın bir yere bakacak olsa kafasını tamamıyle o yöne doğru çevirmek zorunda. Yani göz ucu ile bakmak burkanın içinde imkansız. Kadının kocası da bu sayede karısının ne yöne veya kime baktığını kolaylıkla farkedebiliyor. Ne kadar da zekice öyle değil mi?
Burkanın eteğinin altından bazen ojeli ayak tırnakları göze çarpabiliyormuş. "Bir başka özgürlük simgesi daha". Taliban ojeyi yasaklamış ve ithal yasağı koymuştu. Bu sebeple birçok kadın el ya da ayak parmaklarının ucunu kaybetmiş...
Sultan her ne kadar okumuş da sayılsa o bir Afgan erkeği. Ve kendi kızı yaşındaki Sonya'yı -yaşı henüz 16- ikinci eşi olarak alıyor kendine. İlk eşi Şakile ise bir şey diyemiyor bile. Çevresindekilere de doktorların ilişkiye girmesine izin vermediğini, çünkü rahminde hastalık olduğunu ve bu nedenle de Sonya'yı Sultan'a kendisi eş olarak seçtiğini anlatıyor.
Oysa Sonya'yı hiç sevmiyor.
Kadın cinselliği de büyük bir baskı altında. Kadınlar yine de aşk ve cinsellik içerikli şiirler yazıyorlar. Bu şiirler bir adam tarafından kitapta toplanıyor fakat adam öldürülüp kitaplar da yakılıyor.
Eğitimde de Mücahitlerin ve Taliban hükümetinin bastırdığı kitaplar kullanılıyor ve böylece küçücük çocuklara savaşı aşılıyorlar. Alfabeyi bile şu şekilde öğreniyorlar:
"Cihad'ın C'si - dünyadaki amacımız- , İsrail'in İ'si -düşmanımız- , kalaşnikof'un K'si -yeneceğiz- , Mücahitler'in M'si -kahramanlarımız-...."
Hatta bir matematik kitaplarında bile savaş ögeleri dikkat çekiyor:
"Küçük Ömer'in bir Kalaşnikof'u ve üç tane şarjörü vardır. Her şarjörde yirmi mermi bulunmaktadır. Mermilerinin 2/3'ini kullanarak 60 tane kafir öldürürse her mermiyle kaç kafir öldürmüştür?" ...
Ülkeye Taliban ile ilginç yasaklar gelmeye başladı. Bunlardan en acayipleri;
. Kadınların açık giyinmelerine karşı yasak,
.Müzik yasağı,
.Traş yasağı,
.Namaz zorunluluğu,
.Uçurtma yasağı,
.Resim çekme yasağı,
.İngiliz ve Amerikan tipi saç kesme yasağı,
.Nehir kıyısı boyunca çamaşır yıkama yasağı,
.Düğünlerde müzik ve dans yasağı, davul yasağı,
.Terziler için kıyafet dikme ve ölçü alma yasağı...
Düğünlerde kadın ve erkekler beraber değiller. İki taraf da ayrı yerlerde eğleniyorlar. Hoş hala Türkiye'nin bazı kesimlerinde var bu görüş. Belki de böyle olması daha iyi. En azından kadınlar diledikleri gibi göbek atarak streslerini savuruyorlar, doya sıya eğleniyorlar. Yalnız; gelinin yüzü ifadesiz olmalı ve dans etmemeliymiş. Sebebi ise şu; mutlu olduğunu belli ederse annesini üzecek, üzgün görünürse de müstakbel kaynanasını...
Kitapta "burka"nın arkasına saklanan gericiliği gördüm. Kadınların istekleri hep bastırılıyor. Kadınların sadece çocuklara bakmakla ve erkeklerin isteklerine zorunlu olarak gerçekleştirmekle görevli yaratıklar olarak görüyorlar. Yaratık dedim çünkü yapılanlar bir insana yapılabilecek şeyler değil.
Kadınlar daima kirli,cahil,günahkar. Bence, aksine bu sıfatların hepsi erkeklerin egosunu bastırabilmek için kadınlara verilmiş.
- Migozarad -
[ Bunlar Geçecek ]
Kâbil'de bir çayevinin duvarındaki duvar yazısı
Can Kırıkları - Şebnem Ferah - 2005
19 Mart 2009 Perşembe 00:45
Can Kırıkları - 2005
Okyanus
Konser başlangıcında insana mükemmel enerji katıyor bu şarkı.
"Sonunda boğulmak olsa da benim o sularda yüzmem gerek!"
Can Kırıkları
Albüme çekilen iki klipten biri bu şarkı içindi. Klibi ilk gördüğümde bu Şebnem olamaz, çok korkunç! dedim. Ancak ardından düşüncelerim şak diye değişti. Ne mükemmel bir şarkı dedim. Bu şarkıya çekilebilecek en farklı klip budur herhalde. Şarkıyı otobüste dinlemek muhteşem etkili oluyor.. Ya da sınıfta.. Ya da değişiklik olarak hiçkimsenin olmadığı bir ortamda...
Bir Kalp Kırıldığında
Her kalp büyüktür aslında. İçinde barındırdığı duygular. Her an değişen duygusal ritim. Bir de gelir en olmadık zamanda üzerler ya... İşte gerçekten dünyanıx durur sanki... O anlarda dinlenilesi şarkı.
Delgeç
İçimde kopan fırtına ile beraber dinlemekten büyük haz aldığım şarkı.
Geçmişe Yolculuk
Dinlerken içimde yok olduğum şiir tadında bir güzellik...
Ben Bir Mülteciyim
Benim şarkım. Benim "Güç"üm. Şarkıyı dinleyince "Güç"leniyorum resmen. Bu kadar etkili olabilir mi? Oluyor işte. :)
Şebnem'imin sesi sonuçta.
Sana Bilmediğin Bir Şey Söyleyemem
Of... Bu nasıl şarkı, nasıl sözlerdir. Bir alıntı:
"Çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına..
Önce senin ellerin kirlenecek!"
Şarkıyı birçok açıdan ele alabilecek kadar şey hissettiriyor bana. Seviyorum...
Çakıl Taşları
Bu şarkıya çekilen klibinde Şebnem'imin gözleri görülemeyecek kadar minikleştirilmiş. Çok farklı,çok hoş ve çok güzel olmuş. Çok çok sevdim. Hele de "Sen hiç hiç oldun mu?" diyor ya...
Sahil kıyısındayken aklıma gelen ilk şey bu şarkı... :)
Zaman Geçip Gidiyor
Bunun bir hikayesi var bende. Anlatacağım çatlamamak için... :)
Hoşça Kal
İnsanın kendine ettiği bir veda. Bu kadar yorulabiliyor demek ki insan kendinden de.
Dinledikçe dinlenilmesi gereken şarkı.
"Zaman Geçip Gidiyor" şarkısı ile alakalı minikçe(!) bi anımı paylaşayım...
Lise 1'deyim henüz. Tüm sınıf Şebnem'e olan tiryakiliğimi biliyor, diğer tüm insanlar gibi. Öğle arasındayız. Kulağımda henüz bozmamış olduğum ilk mp3 cihazı var. Bir an Şebnem'in bir şarkısının çaldığını duydum. Şarkı da sayılmaz aslında şarkının girişindeki uzun çığlık. Hemen kulaklıkları çıkardım sesin geldiği yeri anlamaya çalışıyorum.
-Bu arama eylemi bende bir refleks oldu. Her Şebnem şarkısı duyduğumda kaynağın yerini bulmaya çalışırım. Delirdim sanki....-
Nerede kalmıştık.. Hah! Ben buldum sesin kaynağını. Bizim bilgisayar öğretmeni Şebnem Ferah dinliyor. "Yok canım mümkünatı yok" dedim ama sonuna kadar çaldı şarkı. Şaşkınlığımı üzerimden atamadım tabii. Bir de arkadaşlarımın benimle geçtikleri dalga var: "Hehe baksana bu hoca bile Şebnem dinliyor! Yazık sana... Hahahah"
Derse girdik... Slaytlarımızı sunacağız öğretmene. Hoca önce örnek slaytları gösterdi. Aralarından Şebnem'i tanıtan harika bir slayt çıktı. Meğer hoca slaytları test ediyormuş. Böylece neden dinlediği de ortaya çıktı. Slayt çıkar çıkmaz yanımdaki arkadaşım beni dirseği ile dürterek "Bak, seninki çıktı" dedi
Şebnem'i anlatan slayt projeksiyon aleti sayesinde dev gibi ekran halini almış... İzliyoruz hepimiz. Hepimiz mi? Yalan. Ben izliyorum kızarmış, domates şeklinde. Diğerleri de beni izliyor Neden utandığımı hatırlamıyorum. Üç sebebi olabilir:
Bir; Arkadaşlarımın beni seyretmesi.
İki; Şebnem'le alakalı slaytı görmem ve duyduğum o yüksek dozdaki heyecan.
Üç; Yukarıdaki iki sebebin bir anda olması durumu
Neyseki slayt sona erdi. Diğer slaytlara geçti ve bendeki kırmızılık yavaş yavaş yerini gerçek ten rengime bıraktı.
"Can Kırıkları" Şebnem'in senfoni orkestrası ile gerçekleştirdiği muhteşem projeden önceki son albümüydü. Diğerlerinden ayırt edemeyeceğim kadar güzel albüm.
Artık özledik seni Şebnem!
Yeni şarkılar, yeni duygular istiyorum!
Kelimeler Yetse - Şebnem Ferah - 2003
19 Mart 2009 Perşembe 17:33
Kelimeler Yetse - 2003
Iyi Kötü / Dans Pisti
Bu şarkıyı dinlemeyi hiç istemiyorum. İstememek mi? Şaka... Dinler dinlemez içimden yaşlar süzülüyor. Şarkının girişindeki "of " kısmı öyle etkileyici ki...
Babam Oğlum
"Seni son kez özledim ve bu şarkıyı yazdım... "
Bu şarkıyı dinlerken içmek istiyorum. Ayrılmış olduğum bir sevgilim yok ama şarkı benim öyle içime giriyor ki.. Şebnem'in sözlerinin büyüsüne kapılıp gidiyorum.
Bu şarkı bir hikaye yazar gibi yazılmış o nedenle diğerlerinden çok çok daha farklı ve en ses getiren şarkı bence.
Ben Şarkımı Söylerken
Ne cesaret! İşte Şebnem! Şarkı müziği ve Şebnem'in sesi ile kulakları büyülüyor. Kendine hapsediyor. Dünyayı unutuyorsunuz.
Bu albüme ilk klibin çekildiği şarkıdır.
Senin Adın Ne?
Bir tartışma anını anlatıyor şarkı. Müzik güzel. İnsanın kendi
ile yüzleşmesi gerektiğini anlatıyor.
Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler
Albümün ikinci klibi bu şarkıya çekildi.
Ah o aşk..
"Ben Leyla olmuşum kimin umrunda.. Mecnun çoktan gitmişken.."
Şebnem'im en az senin kadar karışığım... Seninle çözüyorum o ruhumun bozulmuş parçalarını...
Bu kadar mı içten yazılır bir şarkı? Bu yüzden seviyorum seni..
Çocukken Sahip Olduğum Kırmızı Rugan Ayakkabılar
Albümün en uzun isme sahip şarkısı. Söylerken kendinizi de tuhaf hissediyorsunuz. O nedenle şarkıyı bilenler Ç.S.O.K.R.A diye kısaltır. Hoş da olur...
En sevdiğim şarkılardan...
"Rüzgar olmak isterdim ki eseyim etrafında..."
Mayın Tarlası
Albümün toplumca en sevilen parçası. Aşkı savaş alanına benzetmiş. Ve keyfine doyulamaz bir klibi var. Dinlenilesi ve aşık olunası.
Gözyaşlarımızın Tadı Aynı
Hepimiz aynı hikayedeyiz. "Ya bugün o günse..." Son günse...
Daha Iyi Olmaz Mıydı?
Yenilenmiş Şebnem'im benim.
"Sahibin değildim, sadece sevgilindim."
Her Şey Insanlar Için
Depresyona girince dinler ve pozitifleşirim. Gayet hoş bir şarkı...
"Umut doğurmak için hayatla seviştim."
Genel değerlendirecek olursam kısaca aşık olduğum bir albüm. Bu dönemdeki Şebnem henüz otuzlarında genç bir kadındı. Çok alımlı -ki hala öyle- , bebeğimsi bir teni vardı. Çok severdim.
Albümü akşam saat 9 sularında almıştım. Bundan tam 6 yıl önce. Çok iyi hatırlıyorum anneme nasıl aldırdığımı. O cd'ler arasından nasıl Şebnem'imi görüp hemen heyecanla doluşumu.
Albümü Vcd player'a takar ve kendimce klipler çeker ve o sırada da apartmanı gürültüden geçilemez bir şekle sokardım. Seviyordum ve kimse de kızmıyordu. Annem her seferinde apartman sakinlerine benim adıma özür dilerdi. Ne yaparbilirdi ki. Cd'yi elimden alsa çok daha kötü şeyler yapardım biliyordu. Ve mutlu olmam her anne gibi onu da mutlu ediyordu.
Annem Şebnem'i sevmez. Hiç sevmedi. Hayran kaldı, belki de "bu nasıl bir sestir yahu!" dedi ama belli etmedi. Yine sıradan bir gün ve annemin sıradan krizi tutmuş. "İçim sıkılıyor" adını veriyor bu krizine ve hemen evdeki eşyaların yerlerini değiştiriyor. Bende henüz ilkokuldayım ve doğal olarak Şebnem posterleri dolu bir odam var. Ranzada yattığım için şanslıydım. Posterlerim miniklerin ellerinden yükseklerdeydi. Annem odayı değiştirirken posterlerimi ranzaya çıkıp tek tek özenle sökmek yerine yırtmayı tercih etmişti. Eve geldiğimde göremediğim posterlerimi anneme sorduğumda aldığım yanıt beni uzun süre ağlatmıştı.
Şimdi cesaret edemez işte öyle bir harekete...
Büyüklük Bende Kalsın :)
18 Mart 2009 Çarşamba 23:48
Adsense için Google'a yaptığım istek olumsuz bir yanıtla son buldu. İlk denememdi zaten... Bir ay kadar sonra yeniden isteğimi iletirim onlara.
Verdikleri yanıtta özgün içerik olmamasından söz ediyorlar. Çok kırıcıydı. Blogumdaki tüm yazılar şahsıma ait. Neyse Google da hata yapar der konuyu unuturum.
Büyüklük bende kalsın
Camdan Gökyüzü - Petra Hammesfahr
18 Mart 2009 Çarşamba 23:55
Bir köyde geçiyor olay. Aslında bir köy dememeli oldukça gizemli. Hikayenin tümü köyün gizemini çözmekten ibaret neredeyse. Ah tabii bir de Sina'nın ağlamalarından. Ağlamalar da bir gizem. Hatta Sina başlı başına bir gizem. Ben kitabı bitirdiğimde gizemi tam çözdüğümü düşünmediğimden yeniden okumak istiyorum; Fırsat bulursam...
Aslında gerçekten güzel bir kitaptı. Christian'ın merdivende Sina'ya attığı tokat sonrası yaşananlar üzdü açıkçası. Yeniden okuduktan sonra (okursam tabii..) güzel bir inceleme ile yeniden burada olurum. Bir Camdan Gökyüzü'nde daha yeniden görüşmek dileğiyle...
Son Kurban - Petra Hammesfahr
18 Mart 2009 Çarşamba 09:45
Bir Petra klasiği daha! Sessiz Kiracı'dan sonra bu kitabı okumuştum. Gerçekten etkileyici. Tesadüfler... Eşinin bir seri katil oluşunu öğrenen birinin ruhsal durumu bu kadar güzel işlenebilirdi. Petra'm şaşırtmamıştı beni.
Her iki yılda bir 14 Eylül'de düzenli olarak biri hayatını kaybeder. Ama son 14 Eylül'de biri ölmesi gerekirken olaylar oluyor ve ölen olmuyor. Bir polis de bu ölenler ve onların katili arasında önemli bir bağlantı olduğunu düşünür ve onu bulmaya çalışır.
Eşinizin bir katil olduğunu öğrendiğinizde ne hissederdiniz?
Güzel bir psikolojik gerilim romanı..
Dune Mesihi - Frank Herbert
16 Mart 2009 Pazartesi 22:13
Dune'dan sonra içimde dinmeyen merak; "Bu kitabı da oku,vakit kaybetmeden" dedi. Ben de dayanamadım ve aldım. Bu kitap ilkinden daha büyük bir heyecanla bitti. Doyamadım diyebilirim. Yazara hayranlığım her sayfada daha da bir arttı. Olamaz böyle sürükleyici hikaye!
Gerilim romanları ilgimi çeker benim. Ama bu kitap onlardan dahi daha etkiledi beni.
Dune - Frank Herbert
18 Mart 2009 Çarşamba 23:49
Bir abimin önerisi ile Dune'u okumaya başladım. Bu kadar hoşlanacağımı hiç ummazdım. Gerçekten bir efsaneyi hak eden bir seri. Öyle ki filme alınmış, dünyaları kasıp kavuran oyunu çıkmış. Okumaya doyamadım. Bu kadar geniş bir hayal dünyası hangi insanın zihninin içine sığabilir ki? Frank Herbert'ın zihnine sığıyor işte. Üstelik yazarın diğer kitapları hiç de o kadar matah bir şey değilmiş. Dune serisi yazarı ölümsüzleştirmiş. Okuduğum kitaplar serisinde bu kitap da bulunduğundan müthiş heyecan duyuyorum.
Yazar bilimadamı olmadığından bilimsel ayrıntılara çok değinmemiş ama Dune Evreni'ni tüm ayrıntılarıyla işlemiş. Düşünsenize olay bir çölde geçiyor... Siz okuyucunun merakını bir çölde nasıl son sayfaya kadar en yüksek safhada tutmayı başarabilirsiniz ki?
Dune bilimkurgunun en büyük ödülü olan Hugo'ya değer bulundu. Ayrıca ilk Nebula ödülünü de aldı. Şaşırmadım. Daha iyilerine bile layık.
Filmden bir kare; Paul ve Rahibe Ana, o küçük kutu da Gomcebbar
Dune serisi hakkında bir sürü şey paylaşmak istiyorum. Sizlere kaynak olarak wikipedia'yı öneririm. Bu kadar mı güzel ayrıştırılır. Mükemmel. Dune'u vikilerken çok fazla heyecana kapıldım. Karakter analizlerini,film,oyun..vs hakkında tüm ayrıntılara ulaşabilirsiniz. Viki en az Google kadar dev
Dune Serisinden de söz edeyim sizlere... Kitap Frank Herbert tarafından yazılmıştır. Fakat o kadar çok hayran kitlesine ulaşmıştır ki Frank ölünce iki oğlu bu romanı devam ettirmek istemişlerdir. Babalarının hikayesine ne kadar sahip çıkmışlar bilemeyeceğim. Çünkü henüz onların yazdıklarını okumadım...
Frank Herbert tarafından yazılan seriler;
* Çöl Gezegeni Dune (1965)
* Dune'un Messihi (1969)
* Dune'un Çocukları (1976)
* Dune'un İmparator Tanrısı (1981)
* Dune'un Kafirleri (1984)
* Dune Rahibeler Meclisi (1985)
Ardından oğulları Brian Herbert ve Kevin J. Anderson tarafından kaleme alınanlar;
* Atreides Hanedanlığı (1999)
* Harkonnen Hanedanlığı (2000)
* Corrino Hanedanlığı (2001)
* Butleryan Cihadı (2002)
* Makinelerin Seferi (2003)
* Corrin Savaşı(2004)
Ek olarak filminden de bahsedeyim. Dune 1984'de David Lynch tarafından sinemaya uyarlandı ve 2000 yılında 5 bölümlük dizisi yapıldı. Yalnız bu filmini de henüz seyretmediğim için yorumlayamayacağım. Ama en kısa zamanda (bu hafta içerisinde) izleyeceğim. Ah tabii Dune Efsanesi bu kadarla da sınırlı kalmamış. Bilgisayar oyunu da dağıtılmış.
İşte oyunları:
* Dune (1992) : Macera/Strateji
* Dune II (1992) : RTS
* Dune 2000 (1998) : Dune II
* Emperor: Battle for Dune (2001) : 3 boyutlu bir RTS oyunu
L'arc~en~ciel tarafından Dune adlı bir da albüm yapıldı. Albümün içerisindeki parçalar:
1. Shutting From The Sky
2. Voice
3. Taste Of Love
4. Entichers
5. Floods Of Tears
6. Dune
7. Be Destined
8. [Japanese Titles]
9. As If In A Dream
10. [Japanese Titles]
Sizlere sunabileceğim kaynaklar: -İngilizce-
(İncelemenizi kesinlikle tavsiye ederim.)
http://en.wikipedia.org/wiki/Arrakis
http://www.arrakis.co.uk/colpage14.html - Burada kıyafetler ve onların değerleri var.
http://www.derzulya.com/makaleler/frankherbert.html
http://www.gyte.edu.tr/ebulten/sayi31/kultur.htm
http://www.arrakis.co.uk/collectorsbook.html
http://www.moongadget.com/origins/dune.html
Şeytanın Sağ Eli - John Saul
18 Mart 2009 Çarşamba 09:58
Kitabın ne zaman bittiğini anlayamadım bile o kadar sürükleyici ki. Kesinlikle Bestseller'da yer almayı haketmiş bir kitap. Belki sinemaya da uyarlanmıştır ama bilgim yok. Çok çok güzeldi. Bu yazarın da diğer kitaplarını okumayı düşünüyorum.
Kitap öyle bir bitti ki... Aklınızdan hiç silinmeyecekmiş gibi. Tasvirleri,anlatımı,çekiciliği kusursuzdu.
Seviyorum Var Mı Ötesi?
15 Mart 2009 Pazar 00:00
Severim ben;
Beni,
Seni,
Yalnızlığı,
Beraber olmayı,
Paylaşmayı,
Çökmek üzere olan bilgisayarımı,
Bitik ailemi,
hatta babamı bile..
Severim ben;
Daima yalnız olmayı,
Yalnız yürümeyi,
Yalnız koşmayı,
Yalnız sahilde oturmayı,
Yalnız çay içeyi,
Yalnız müzik dinlemeyi,
Yalnız seyahati..
Severim ben,
Boş çabalarımı,
Boş değerlerimi,
Boş görünüşümü...
Bağlanmışım bir Çiy Tanesine,
Uçuk sandığınız bir aşk
Oysa öyle saf,
Öyle derin ki..
Severim işte...
Seviyorum var mı ötesi?
Yahu hiç de bilmem şiirdir,miirdi,yazıdır... Sadece okurum. Ama çok doluyum. Başım ağrıyor gereksizce... Herkese inanıyorum ama en çok da kendime..
Ben hep ben'in yanında olacağım.
Açlık - Knut Hamsun
18 Mart 2009 Çarşamba 09:58
Kitabı okuduktan sonra tok olduğunuzun farkına varacaksınız. Oldukça etkileyiciydi. Ama kitapta daima açtı bu adam. Oldukça gururlu ve namuslu. Bu nedenle aç kalmaya razı gelmiş bir karakter. Pek sıkıldığımı söyleyemem ama artık bit dedim.
Günahkâr - Petra Hammesfahr
18 Mart 2009 Çarşamba 09:57
Orjinal isim: Die Sünderin
Ah Petra'm bu kitabını zorla bitirdim. Bir sürü anlaşılamayan kısımlar var zihnimde. Hayır, tabii ki savunmamı sunacağım. Neden zorla bitirdim:
Sıkıcıydı.
Çok etkileyiciydi. Kendimi buldum.
Kitap karışıklıkta elime geçti. Alışkın değilim ben aynı anda birden fazla kitap okumaya. Eğer kitap o hiç kitap okumadığım bir haftalık süre içerisine denk gelseydi böyle olmayacaktı eminim ki. Şanssızlık diyelim.
Yine de kitabını beğendim. Gerçekten psikolojimi bozdu kitap. Başardın bunu Petra!
Baş roldeki karakter Cora'nın küçüklüğünü anlattığı bölümler daha da etkileyiciydi. Hele ki Magdalena'nın kaburgalarının kırılması.. Sanki benim kaburgalarım kırıldı.
Herkes bu kitabını muhteşem bulmuş. Bence de öyle ama ister istemez sıkıldım. Tekrardan fırsat bulursam okumayı planlıyorum.
Tüm Türkçe'ye çevrilmiş kitaplarını bitirdim bu yazarın. Artık diğer kitaplarını da çevirmelerini istiyorum.
Umrun Umrumdur Daima...
14 Mart 2009 Cumartesi 23:45
Ya bu kadar basit mi susmak?
Ya da bu kadar basit mi konuşmak?
Sadece sustun. Sadece "Seninle sonra konuşacağız." dedin. Bu kadar basit mi?
Kırılmış mısın?
..
Emin ol ki "sen" beni daha çok kırdın.
Güvenin mi bitmiş?
..
Emin ol ki güvenimi yok eden sensin.
Yalnız mıymışsın, yine yalnız?
..
Emin ol ki senden daha yalnızım. Ama ben yalnızlığı ile iyi geçinen biriyim. Severim: Yalnız yürümeyi, yalnız müzik dinlemeyi,yalnız uzaklara dalıp gitmeyi,yalnız yağmur altında ıslanmayı...
Sen belki düşünemezsin benim kadar derin. Neden düşünesin? Senin bir dünyan var. Ben senin dünyanın çekim kuvvetinden uzaklardayım artık.
Biliyorum her şeyi unutmuş olacaksın. Unutursun sen. Ya da senin deyiminle unutmuş görünürsün. Ben unutmam "kardeşim". Ben o tedirginliği hep yaşarım. Bir kere yok ettin güvenimi. Artık yalnızca arkadaşımsın.
Sen silersin belki de. Ben silmem. Sana o kızgınlıkta dahi söyledim: "Peki, ama ben hep buradayım,bunu unutma!".
Ne kadar ağladık O'nunla beraber. Ha sen de ağlamışsındır öyle mi? Neye,neden ağladın? Seni kırdığımıza mı? Biraz düşün. Kim kimi kırdı?
Sadece biraz düşün. Hoşça kal(.)
Kadına Karşı Şiddete Hayır!
18 Mart 2009 Çarşamba 10:04
Masum değiliz
Şebnem Ferah, Sezen Aksu'nun Masum Değiliz parçasını söyledikten sonra Güldünya konserinin amacını en iyi şekilde özetledi: "Cinayet, şiddet yeterince korkunç kelimeler ama töre bunları bir bakıma meşrulaştırdığı için bence çok daha korkunç. Hepimiz bir yerinden bunun parçasıyız ve o yüzden masum değiliz. Umarım bu akşam bu sahneden yayılan müzik tüm caniliklerin üstesinden gelir."
Şebnem'im Deli Kızım Uyan'ı ve Masum Değiliz'i söylemiş. Ne kadar da güzel söylemiştir. Ah.. Ah..
Şebnem'im ne kadar da güzel söylemiş. Biraz televizyonda yakalayabildiğim kadarıyla izledim. Hayran kaldım. Her yerde Ajda Pekkan'ın Kürtçe söylediği şarkının videosu var. Şebnem yok.
Teşekkürler Şebnem'im böyle güzel projelerde bu kadar büyük sanatçıların arasında yer alarak kendini bir kez daha büyüttğün için.
Söylemekten bıkmayacağım asla: Şebnem'im seni seviyorum...
Otobüsteyken..
04 Mart 2009 Çarşamba 09:24
Saat 6:30. Nihal! diye uzaklardan gelen annemin sesi ile uyandım, her sabah olduğu gibi. Yine uykusunu alamamış bir halde kalktım ve yavaş yavaş giyinmeye başladım. Kahvaltımı yaptım. Saat 7:20'de duraktayım. Sabahları İETT görevinden çok okul servisine dönüşmüş 12A adlı otobüsü bekliyoruz. Ben hala uykuluyum,kulaklarımda gürültülü bir müzikle uyanmaya çalışıyorum Bu sefer her nasıl olduysa -İETT'nin kafasına saksı mı düştü, nedir,nasıldır,nedendir? Bilemeyeceğim- hemen geldi otobüs. İçi tıklım tıklım. Ben de önlerde bir yere tıkıştım. Yanımda da arkadaşım var-o benden uykulu-. Ayakta tutacağı-adını gerçekten bilmiyorum,ayaktayken tuttuğumuz plastikten yapılmış reklam işlevi gören cisimlerden biri- tuttum. Gidiyoruz...
İşte her şey o an içinde olup bitiverdi:
Az sonra!.. (şaka,şaka)
Tutacağın üzerinde sanatçıların resimleri vardı. Sezen,Ajda.. vs. Kesin Şebnemim de vardır diye düşündüm ki Şebnem'i gördüm. "Aaaa!" diye bir şaşkınlık. Farkında değilim gerçekten. O "A" öyle sesli çıktı ki herkesin bana baktığını önce hissettim sonra etrafıma utanç içinde göz gezdirirken de yanılmadığımı anladım. Kıpkırmızı oldum tabii. Millet de ne düşündüyse artık hepsi gülüyor bana Ben hala kırmızı bir halde kahkaha atıyorum.. Bir yandan da millet deli sanmasın diye arkadaşıma "sesli sesli" -duysunlar yani- "Şebo'nun konseri var sandım bir an heyecanlandım" dedim
Of Şebnem of!
Dersanedeki matematik öğretmenimin adı da Şebnem.. Düşünün matematiğimi nasıl 3'ten 5'e çıkaracağım bu dönem
*İşte böyle... En azından uyanmış ve güne tatlı başlamış oldum.
Teşekkürler Şebnem,
teşekkürler 12A,
teşekkürler otobüszedeler,
teşekkürler yazıyı okuyup bana zamanını ayıranlar..
Hepinizi çok seviyorum. :)
Not: Resimdeki 12 A yazısı bana aittir.Resmi İETT'den aldım.
Korkulu Bekleyiş - Petra Hammesfahr
18 Mart 2009 Çarşamba 10:05
Süper,süper! Bu yazara bayılıyorum. Favorim. Camdan Gökyüzü kadar anlaşılması güç ve anladığını sansan bile yine de şüphelerini gideremediğin bir kitap değil. Daha net bir anlatımı var. Apaçık ortada. Bu anlaşılamamazlıktan dolayı Camdan Gökyüzü adlı kitabı yeniden okuyacağım.
Şu sözün olduğu kısım aklımdan gitmiyor: "Onu deşmiş!"
http://muazzam-siyah.blogspot.com/
12 Nisan 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder